ANKARA (AA) – Bilkent Üniversitesi öncülüğünde, ABD, İngiltere,
Kanada ve İspanya’daki bilim merkezlerindeki araştırmacıların
oluşturduğu konsorsiyum, obeziteye neden olan genetik şifreleri çözmek
ve tedaviye olanak sağlamak için Leducq Vakfının “çığır açıcı” nitelikte
projelere verdiği 7 milyon dolarlık bütçe desteğini kazandı.
Türk
araştırmacıların önderliğinde konsorsiyumdaki onlarca bilim insanının
yaptığı ön araştırmada, vücutta bulunan kahverengi yağ dokusunun
enerjiyi yaktığı ve metabolizmayı hızlandırdığı için çok önemli bir
tedavi aracı olabileceğine yönelik ilk bulgulara ulaşıldı.
Konsorsiyumun
lideri Bilkent Üniversitesi Fen Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tayfun
Özçelik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, obezitenin insan sağlığını
etkileyen en önemli risk faktörü haline geldiğini vurguladı.
Dünya
Sağlık Örgütünün 2024’teki en kapsamlı raporunda yer alan verileri
aktaran Özçelik, “Dünyada 650 milyonun üzerinde insan, bazı ülkelerde
ise toplumun yüzde 50’si obez. Eskiden bir davranış bozukluğu olarak
görülen obezitenin günümüzde bir hastalık olduğu biliniyor.” diye
konuştu.
Özçelik, 1950’li yıllarda Dr. Andreas
Prader’in İsviçre’de aşırı şişman çocukları bir araya toplayarak
Prader-Willi sendromunu tanımladığını belirtti ve 1992’de Stanford
Üniversitesinde çalıştığı dönemde ekibiyle bu sendromun genini
bulduklarını anlattı.
Bu gelişmenin o yıllarda
bir davranış bozukluğu olarak görülen obezite hastalığının aslında
genetik bir sebebi olduğunu gösteren ilk çalışma olduğunu ifade eden
Özçelik, daha sonra dünya bilim çevrelerinde obeziteye neden olan
genlerin tümümün bulunması için bir yarış başladığını söyledi.
İlk genin bulunmasının üzerinden geçen 32 yılda 86 obezite geni daha bulunduğu bilgisini veren Özçelik, şöyle devam etti:
“Obezite,
vücutta aşırı miktarda yağ dokusu bulunmasıyla tanımlanır. Gen
çalışmalarında insanın beyninin ve yağ dokusunun obeziteyi idare eden
iki temel nokta olduğunu keşfettik. Yağ dokusu da beyaz yağ dokusu ve
kahverengi yağ dokusu olmak üzere ikiye ayrılıyor. Bugüne kadarki bütün
gen buluşları, beyin ve beyaz yağ dokusu üzerinden oldu. Burada beynin
vurgulanmasının nedeni açlık ve doygunluk hislerinin beyinde bulunan bir
grup nöron tarafından idare edilmesidir. Beyaz yağ dokusu ise beyni
doğrudan hedefleyen hormonları üretmektedir. Beyaz yağ dokusu, aynı
zamanda enerji depolama merkezidir ve obezite sonucu gelişen
hastalıkların ana kaynağıdır. Halbuki şimdiye kadar üzerinde yeterince
durulmayan kahverengi yağ dokusu ise enerjiyi yaktığı ve metabolizmayı
hızlandırdığı için çok önemli bir tedavi aracı olabilir.”
En büyük projelere verilen desteğin 3-6 kat üzerinde
Özçelik,
vücuttaki kahverengi yağ dokusunun obezite ile ilişkisini araştırmayı
amaçlayan projenin Leducq Vakfı tarafından desteklendiğini belirtti.
Bu
vakfın, halen dünyada metabolizma araştırmalarına en büyük fonları
aktaran kurum olduğunu ve Avrupa, ABD ve Kanada’nın önde gelen
transatlantik araştırma kuruluşlarının çığır açıcı nitelikteki
projelerini desteklediğini dile getiren Özçelik, şunları kaydetti:
“Nitekim
Bilkent’in öncülük ettiği konsorsiyum, 2022 yılında kurulmuştu ve 2
yıllık gözlem sonucunda, bu yılın Mayıs ayında Cambridge Üniversitesinde
düzenlenen toplantıda, uluslararası bilim kurulu tarafından
mükemmeliyet proje desteğini aldı. Böylece en büyük ERC, Avrupa Birliği
ve NIH projelerinin yaklaşık 3-6 kat üzerinde bir destek kazandık. Bu
kapsamda, vakıf iki yıl inceleme yaptıktan sonra 7 milyon dolarlık bir
bütçeyle projemizi 2028 yılına kadar desteklemeye değer buldu.”
Özçelik,
mükemmeliyet projelerinin konsorsiyumunda, Türkiye’den Bilkent,
İngiltere’den Cambridge, ABD’den Harvard, Rockefeller üniversiteleri ile
Icahn School of Medicine at Mount Sinai, UT Southwestern Medical
School, Kanada’dan McGill Üniversitesi ile İspanya’dan Josep Carreras
Leukemia Araştırma Enstitüsünün yer aldığını belirterek, konsorsiyumun
kahverengi yağ dokusu ile obezite arasındaki ilişkiyi ve olası tedavi
hedeflerini moleküler düzeyde tanımlamaya en yakın bilim insanlarından
oluştuğunun düşünüldüğünü vurguladı.
“Kahverengi yağ dokusunda çok önemli genler bulunduğunu gördük”
Özçelik,
projenin ön çalışmalarının sürdüğü 2 yıl boyunca Türkiye Genom Projesi
kapsamında ürettikleri verilere ilişkin de bilgi verdi.
Çalışmalarının
kahverengi yağ dokusu üzerine odaklandığını, aynı çalışmayı, ekipte yer
alan diğer ülkelerin de kendi uzmanlık alanları ışığında İngiliz ve ABD
toplumu üzerinde başlattıklarını ifade eden Özçelik, “Kahverengi yağ
dokusunda çok önemli genler bulunduğunu gördük. Bu çalışmalar, henüz
yayınlanmadığı için detaylarını söyleyemiyorum ancak Türkiye Genom
Projesi kapsamında incelenen ailelerimiz arasında aşırı obez olup
kahverengi yağ dokusu üzerinden genetik mutasyon taşıyanlar bulunduğunu
tespit ettik.” diye konuştu.
İlaç tedavisi hedefleniyor
Özçelik, ön çalışmalarda kahverengi yağ dokusu ile obezite arasında ilişki kurduklarını belirterek, sözlerine şöyle sürdürdü:
“Konsorsiyum
olarak kahverengi yağ dokusunun bir tedavi hedefi olacağını ileri
sürüyoruz. Bu tedavi hedefini tanımlamak için ise genler aracılığıyla bu
dokuya giriş yapıyoruz. Ailelerde mutasyon taşıyan bireylerin tespit
edilmesinin ardından o genlerin hayvan modellerinin oluşturulmasını
sağlayacağız. Hayvan modellerinden kastım farede, zebra balığında ve
bunun dışında hücre kültürlerinde yürütmekte olduğumuz incelemelerdir.
Buradan da tabii hem yaşam tarzındaki değişiklikler, hem de ilaç
tedavisi için yeni hedefleri belirlemek üzere yola çıkmış bulunuyoruz.”
Özçelik,
yaptıkları ön araştırmalarda ayrıca ekşi tat duyusu ile obezite
arasında bir ilişki olduğu yönünde bilgilere ulaştıklarını da bildirdi.
“Diyeceğiz ki ‘sizin geniniz tamamen bozulmuş, kırılmış, yok'”
Özçelik,
“Vücuttaki kahverengi yağ dokularını artıracak ilaçlar bulduğunuzda
obezite ile ilgili nasıl bir tedavi öngörüyorsunuz?” sorusu üzerine şu
değerlendirmelerde bulundu:
“Bilgi güçtür.
Buluşlarımız hayata geçtiğinde, insanlar önce ayağını yorganına göre
uzatmanın önemini görecek. Yani doğuştan ‘obezite geni taşınıyorsa’ bu
bilinecek ve ona göre önlemler alabilecek. Ama buna rağmen iştah merkezi
bozuk olan ‘elimde değil ki ne yapayım’ diyenler oluyor. Bunların da
işte beyin merkezlerini idare etmeyi hedefliyoruz. Bunun için ilaçlar
gelişmeye başlandı. Bunun ilk örneği leptindir. Ondan sonra melanokortin
4 reseptör sistemini oluşturan genler bulunuyor. Bu genleri hedefleyen
ilaçlar var. Bu ilaçları alan insanlar zayıflıyor. Şimdi burada topluma
vermemiz gereken çok önemli bir başka mesaj ise şu, obezite var, obezite
var. Yani bir balık etliler var, bir şişmanlar var, bir de kapıdan
girmeyenler var. Bize buluşu yaptıranlar, kapıdan girmeyenler oluyor.
Gen bozukluğunda ise ya gen hiç çalışmıyor ya da gen tembel. Kişi
doğduğu andan itibaren geni bildiğimiz takdirde insanlara diyeceğiz ki
‘sizin geniniz tamamen bozulmuş, kırılmış, yok’. Veya bir başka kişiye
‘sizin geniniz tembel, yüzde 30 verimle çalışıyor. Onun için dikkatli
olun, sağlıklı ve doğal beslenin, aburcubur, hızlı tüketim ürünlerinin
yanına bile uğramayın, düzenli egzersizinizi yapın, uyku hijyeninize
dikkat edin’ diyeceğiz.”
Muhabir: Selma Kasap