OLCAY BÜYÜKTAŞ
Bağımsız iktisat fikrine önceden hazırlıklı olan kurucu kadro bunun araçlarını sağlayacak adımları da hızlıca atmıştı.
100 yıllık Cumhuriyet tarihinde, 1976 yılında atım attığı İşbankası’nda müfettişlikten yönetim kurulu başkanlığına çeşitli görevler almış, Bankalar Birliği Başkanlığı yapmış duayen bankacı Ersin Özince, İş Bankası’nın kurulmasının neden önemli olduğunu, bankacılığın ülke ekonomisindeki rolünü, 100 yıllık süreçte yaşan gelişmeleri, banka krizlerini, kaynağını ve yapılması gerekenleri anlattı.
Özince’nin yeni bir ülke modeline paralel yeni bir ekonomi ve bankacılıkta yaşanan gelişmelere, İşbankası’nun kuruluşunun neden önemli olduğu, bankacılık sektöründeki kırılma noktalarına ilişkin verdiği bilgiler ve yaptığı değerlendirmeler özetle şöyle:
Kurucu kadrolar bağımsız iktisat fikrine hazırlıklıydı
Öncelikle iktisadi bağımsızlık ve özellikle bankacılık alanında ulusal çabalar Cumhuriyet öncesinde başlıyor. Bu konuda özellikle ittihat ve terakki döneminde çeşitli hazine, gümrük gibi unsurlar söz konusu. Banka kurma çabalarını ve hatta kapitülasyonların kaldırılmasını da Cumhuriyet öncesi dönemde görüyoruz.
Yani anladığın kadarıyla İzmir İktisat Kongresi’ni dahi İzmir’in kurtarılmasının hemen sonrasında yapan bir Cumhuriyet kadrosu zaten fikren iktisadi bağımsızlık fikrine hazırlıklıydı. Çünkü şöyle söyleyebilirim yine bu da benim yorumum, Osmanlı İmparatorluğu aslında büyük borç içindeydi. Yabancı kreditörlerin yabancı bankaların borç taziki altında son bulmuştu. Yani kaybettikleri yalnızca askeri ve siyasi durumları değil, iktisadi bağımsızlıklarını da kaybedecek seviyede iflas etmişti.
Savaştan hemen sonra iktisat kongresi
Onun için genç cumhuriyet daha 26 Ağustos’ta başlayan ve 30 Ağsutos’ta zaferle sonuçlanan hareketin ardından yani zaferi kazanıp da Anadolu düşmandan tahliye edildikten, boşaltıldıktan sonra, inanılmaz bir süratle iktisat kongresi düzenlenebiliyor. Burası gerçekten başka bir iş… Sanki bütün siyasi ve askeri sıkıntılar bitmiş gibi izmir iktisat kongresi düzenleniyor ve İzmir İktisat Kongresi’nde, hemen hemen tüm katılımcıların ama başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere asker kökenli katılımcıların dahi konuşmalarını ayrı yarı değerlendirmek gerekiyor.
İktisatçı kökeninden gelmemelerine rağmen iktisat vizyonuna sahipler ve ulusal iktisat zaten Atatürk’ün bugünün Türkçesiyle söyleyeyim, “Ulusal bağımsızlık, iktisadi bağımsızlıkla taçlanır”. Yani ekonomik bağımsızlık olmazsa ulusal bağımsızlık tam değildir diyecek kadar önemsiyor.
İş Bankası’nın kuruluşu bu fikrin en somut ürünüdür. Cumhuriyetin ilk kabinesinde ele alınmıştır. Ekonomi bakanı Celal Bayar’ın görevinden ayrılarak bu bankayı kurmakla görevlendirilimiştir.
Ege’nin önemli tüccarlarından olan Mustafa Kemal Atatürk’ün kayınpederi ve 40’ın üzerinde özel müteşebbisin kurucu olarak dahil edilmesi ve buna ne kadar önem verildiğine işaret ediyor.
Almanya’da ilginç not
Uzun yıllar sonra biz İş Bankası’nın bu tarihiyle bir müze kurmanın yararlı olacağını gördüğümüzde, dünyanın çeşitli yerlerinden İş Bankası’yla ilgili bilgi istedik. Bu arada Alman devlet arşivlerinden de bilgi istendi ve orada İş Bankası’nın kuruluşu sırasında, İstanbul’da bulunan Oryanbank ( Dueutche Orientbank) genel müdürünün Alman devletine jurnal denilen bir rapor yazarak, İş Bankası girişiminden haberdar ettiği ve bu arada da şu tür yorumlar yaptığı görüldü, “Türkler, yapamaz yani bu işlerden anlamaz. Endişe etmeyin.”
Bu banka açıldıktan sonra adeta bu konuyu biliyormuş gibi yani 89 sene sonra İskenderiye ve Hamburg şubeleri açıldığında, herkes ve şubelere Atatürk’ün kendi imzasını attığı yağlı boya tabloları hediye edildi. Biz şunu söylemiş olduk, “Banka da kuruldu. Bankacı da yetişti. Gelip sizin ülkenizde de banka şubeler açıldı.”
Sermayesi kime ait?
Sermayesi açısından da işte çeşitli yorumlar söz konusu. Bu konuda işte kimisi dedi ki, hint Müslümanları gönderdi. Kuruluş sermayesinin bir bölümünün Atatürk tarafından konulduğu biliniyor. Bir bölümünü de yani Hint Müslümanları değil de, Hindistan’da kurulu ve İngiliz rejimine karşı, anti emparyelist bir tutum içinde olan Hindular’ın mücadeleye destek olmak amacıyla gönderilen paralarıyla bunun mayasının atıldığı söylenir.
O da şu bakımdan ilginç yani yine daha savaşın üzerinden bir yıl geçmemişken siz banka sermayesi koyuyorsunuz veya halktan da ki 27 kişiye inmiştir. Bu kurucu sermayedarlar bir kısmı sermaye taahhütlerini yerine getiremeyince ya da getirmeyince alttan da katkı istiyorsunuz.
Tabii o günlerin Türkiye’sinde bu çok riskli bir şey yani. Hiç bilmediğiniz denenmemiş, hatta olumsuz konuşmalar yapılmış bir alana yatıracaksınız.
Kısacası İş Bankası, ulusal bağımsızlık amacıyla son derece bilinçli bir Cumhuriyet politikası sonucunda kurulmuş.
Atatürkün bankaya olan ilgisinin ölene kadar devamı da ki bu ilgi kontrol etme yaptığını kontrol etme şeklinde çok ciddi. Bu bunun bir yansıması olarak görüyoruz.
“En önemli sermaye zeka, dikkat ve iffettir”
Şu anda da nispeten yaşadığımız gibi ülkenin o dönemlerde en önemli ihtiyaçlarından biri insan sermayesi. Uzun süren savaşlar, yaşam şartlarının kötülüğü, eğitimin neredeyse hiç olmayışı. Özellikle Türk ve Müslüman asıllı tebaanın, halkın eğitimden olanak olarak da çok uzak kalması, kız çocuklarının okutulmaması. Yine daha çok Anadolu’daki Müslüman teba arasında yani? Bu gibi nedenlerle insan sermayesi çok zayıftı. Zaten kuruluş sermayesinin yeterli olmadığına dair bazı duyumlar oluyor ki, Mustafa Kemal Atatürk bir İş Bankası ziyaretinde şöyle bir ifade yazıyor, bir deftere “Sermayemiz az diye endişe etmeyin. En önemli sermaye zeka, dikkat ve iffettir.”
Yani hakikaten de bankacılığın aslında yegane sermayesi budur. İş Bankası kuruluşundan hemen hemen 50 yıl sonra. Benim İş Bankası’na girdiğim dönemlerde de benzerlikler vardı.
Türkiye’de özellikle 1980 Açılımından sonra, 1980 döneminde yapılan işte kambiyo rejiminin de dış ticaret rejiminde finans sermaye piyasasını önemli etkileyen köklü değişiklikler sonrasında Türk bankacılık sektörü biraz yayılmaya, gelişmeye başlayınca İş Bankası kökenli birçok bankacı diğer bankalara da yayıldı.
Diğer türlü de bankanın pek çok ilki oldu. Bankanın bu konudaki insan sermayesi çabasını şöyle de örnekleyebilirim, bazıları çok değerli. Özel firmalarımız dış ticaret işlemlerini ilk kez İş Bankası şubelerinde bilhassa da ilk şubelerden yeni cami istanbul şubesinde öğrendiklerini söyler. Nasıl akreditif açılır? Nasıl ihracat yapılır, nasıl ithalat yapılır? Çünkü bu konular önceki dönemlerde biraz da imtiyaz niteliğinde yabancı. Kişilerin elindeydi, kapitalasyon konusuydu yani. Yani en önemli sermaye insan sermayesidir özellikle.
Fakat İş Bankası tabii girişimciliği de başlatmış, önder olmuştur. Bu konudaki girişimcilik o kadar çarpıcıdır ki, Cumhuriyeti kuran kadronun vizyonuyla ilgili bir örnek olarak. Türkiye radyolarının kuruluşunu gösterebilirim. Mesela Türkiye radyoları, en büyük sermayedarı İş Bankası olarak kurulmuştur. Yüzde 40 İş Bankası, yüzde 30 devlete ait Anadolu Ajansı. Beş kişiye tamamlamak gerektiği için Anonim Şirketi. O tarihte de o zamanın önde gelen aydınlarından 3 kişi yer almıştı. Cumhuriyeti kuran kadrolar adeta özeldir. Sanayi alanında çok büyük yatırımlar yapıyor Şeker bankaları. Tekstil fabrikaları, Zonguldak’ta maden işletmeleri..
İş Bankası kredi finansörü ya da kurucusu
Hemen hemen Türkiye’de ulusal sanayinin kurucusu veyahut da baş kredi finansörü iş bankası. Bunların bir çoğundan sonradan izlenen politikalar, devlet politikaları doğrultusunda iş bankası ayrılmıştır. Örnek vereyim, benim gençliğimde İş Bankası’ndaki ilk yıllarında Türkiye şeker fabrikaları türk anonim şirketinin sermaye arttırımları olurdu. Biz duyardık. Hazine İş Bankası’nın katılımını istememiş, yani İş Bankası’nı tutuyor o alanda yani olabilir devlet politikaları.
Zaten bende de bu özel ve kamu girişimciliği konusunu tartışma neden? Sorunuzun tam yanıtı İş Bankası çok büyük sınai yatırımlarını önderi olmuştur. Zaten yine bu benim kanaatim. Şu anda İş Bankası’nın İş Bankası grubunun çoğunluğuna sahip olduğu ve halka açık Borsaya kayıtlı Türkiye içindn fabrikaları Şişecam şirketi… Türkiye cumhuriyeti’nin uluslararası arenadaki en büyük gururu. Avrupa’nın ve dünyanın en önde gelen şirketlerinden biri üretim ve pazar paylarıyla. Diğer şirketlerimizin de şişecamı izlemelerini diliyorum ama ben henüz o boyutta bir şirketimizi ne yazık ki görebilmiş değilim. İş Bankası’nın girişimcileri, girişimciliği, finans konusu, sanayi yanısıması çok çok iyi.
Başta Merkez Bankası olmak üzere başka bankaların kurucusu
Finans alanında da finans alanını dışında da oldukça aktif ve görevlendirilmiş kurumlardan İş Bankası. Başta merkez bankası olmak üzere birçok ulusal bankanın kurucuları arasında olmuştur. İş Bankası, yani devletin cumhuriyetin ilk yıllarında ulusal ekonomi konusundaki görevlisi. Misyoner kelimesini kullanmamak için görevlisi diyorum. Görevlisi, girişimci unsuru olmuştur.
İş Bankası ta başından beri çoğunluğu halka açık olarak, serameyesi devlete ait olmasa da çok ciddi bir kamusal tabanı olduğunu gösterir. Bu sermaye içinde ilerleyen yıllarda, örnek olarak kurulan çalışan özel emeklilik sandığını görüyoruz ki bu da birçok kuruluşa ayrıca örnek olmuş.
Bankacılık önceleri kapalı bir sistemdi
1980 yılına kadar ki ben bankacılığa 1976 yılında başladım. Yani Türkiye’deki bizim uyguladığımız bankacılığın kapalı bir sistem olduğunu söyleyebiliyorum, benim yorumum en azından öyle. Çünkü kambiyo rejimi Merkez Bankası’nın elindeydi. Yani bir akreditif açılacağı zaman bir yurt dışı transfer yapılacağı zaman Merkez Bankası’ndan uygunluk alınırdı. Merkez Bankası bu parayı gönderebilirsiniz, gönderemezsiniz, niye gönderiyorsunuz bunları tamamıyla inceleyerek yani paranın olması olmaması değil, her şey banka gözetiminden geçerdi. Diğer taraftan sermaye piyasası da yani İstanbul Menkul Kıymetler Borsası, son derece sığdı. Yani kurumsallaşmış gelişmiş bir borsa söz konusu değildir.
80 sonrası çok hızlı gelişti
1980 sonrasında bankacılıkla tamamen farklı bir yere gitti. 80 öncesindeki 5 yılım adeta boşa gitti gibi düşündüğüm olmuştur. Bambaşka bir yol izlendi, bunun adına serbest piyasa ekonomisi denmiş ve bana göre daha gerçekçiydi. Çünkü Türk bankacılığı bununla dışarıyla daha fazla açılma imkanı buldu.
Burada da İş Bankası’nın bir önder konumunu gördüm. Bizlerin mesela gençlik dönemlerimizde ki bunlar seksenli yıllardı aırlıklı olarak, uluslararası önemli finans ve sermaye piyasalarının eğitimlerine gönderdiler.
Yani biz gidip işte Londra Borsası’nı veyahut da efendim orada para clearing dediğimiz hesaplaşma yöntemlerini falan gördüğümüz de o kadar etkilendik ki hemen seksenli yıllardan başlayarak yurt içinde Kendi bilgisayar mühendislerimizin desteğiyle kendi klinik sistemlerimizi işte bugünün EFT’si olarak ifade edebilir. Sistemler geliştirilmeye başlandı. Yani 1980 sonrasında Türk bankacılığı çok büyük bir yer edindi gelişim gösterdi. Bir çağdaşlaşma ve uluslararalaşma yaşadık fakat bunlara rağmen ben çok ciddi bir bankacılık otoritesi oluşmadığını söyleyebilirim. Bir de Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tam olarak gelişmemişti. Tasarruflar sık sık tehlikeye düşüyordu. Devlet bankalara garanti veriyordu. Yani garanti vermese de aslında lisansı veren devlet olduğuna göre sonunda itibar sorunu devlete yansıyor ve sık sık yaşanan bankacılık krizlerinde fatura ulusal itibara çıkıyordu.
Yani buradan şu hükme varabiliriz; bankacılık ne kurallar ne de kurumlar açısından yani ne nicelik ne nitelik açısından gerekli sermaye ve sermaye yönetimine kavuşmuş değildi.
Yeterli kurumlar kurulmadığı için krizler gündeme geldi
1980 sonrasında da biz yeterli kurumları kurmadığınız yeterli kuralları, Şeffaf olarak ilan edip uygulamadığımız için bankacılık sektöründe de, sermaye piyasasında da birçok iflaslar arka arkaya sürdü.
Demek ki 80 reformları bankacılıkta doğru düzgün bir risk yönetimini ve denetimi getirtmemiş ve, bu, 2000’li yıllara kadar, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun kurulmasına kadar devam etti.
Ben bunu iş Bankası Genel müdürü sıfatıyla değil Bankalar Birliği başkanı sıfatıyla da söyleyebilirim. 2000’li yıllarda benim, ‘devlet olur olmaz garanti vermemeli, zaaf oluşan bankalara el konulmalı’ şeklindeki beyanlarımı görebilirsiniz. Demek ki bunlar bankacılığın düzenlenmesi ve denetlenmesi konusunda önemli. BDDK’nın 1999 veya 2000 yıllarında kurulmasıyla gündeme gelmiştir. Ondan önce kural yoktu demiyorum ama siyaset kurumu daha yetki sahibiydi.
Bankacılık devletin kontrolünden çıktı
Bankacılık Düzenleme ve Dentleme Kurumu (BDDK) özerk bir kurum olarak gündeme geldi. Bankalar birliği devletin kontrolünden ancak 2200’li yıllarda çıktı. 2001 krizi 2000 öncesinde çıktı. Söyledikleri sadece bankacılık piyasası değil, sermaye piyasası içinde geçerlidir. Sermaye Piyasası Kurulu’nun kurulması da yaşadığımız iniş çıkışları nispeten azalttı 2000’li yıllar sonrasında.
2000’li yıllarda çıkan yasalara Derviş yasaları diyemeyiz
Sayın Kemal Derviş değerli biri. Bunu da özellikle vurgulamak isterim. Sayın Kemal Derviş değerli ve yetkin bir insan olmakla beraber. O elinde sihirli değnekle gelmedi. Yaptıkları, özellikle bankacılık alanında yapılması gerekenlerdi. Yani bu gibi konularda yapılacak olan uluslararası deneyimlere, iyi uygulama örneklerine başvurmaktı. Yani bunları uygulamaktır. Ama Kemal Derviş bey son derece sempatik, zeki, çalışkan olduğu gibi birçok Türk bankacısı gibi muhtemelen cumhuriyetin yetiştirdiği değerli finans kişilerinden biriydi. Yani bankacılıktan anlamayan cumhuriyetin uluslararası finans alanındaki uzmanlarından biriydi ve bu konudaki tek kişi de değildir. Ne bileyim. Uluslararası para fonunda görev yapmış Atilla Karaosmanoğlu’nu Oktay Yanal’ı hatta şu andaki Merkez Bankası başkanımızı dahil akılda tutmak gerekir. Bunlar cumhuriyetin içinde Türkler banka yapmaz ifadesinden geldiğimiz yeri göstermesi açısından önemlidir.
Koalisyon yapılması gerekenlere hazırdı
Sayın Derviş geldiğinde, hemen hemen ne yapılması gerektiği tamamen biliniyordu. Ve koalisyon da buna hazırdı. Yani üçlü koalisyon ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu kanunları çıkartmada hiçbir tereddüdü olmamıştır.
Bu şu yönden çok kıymetli. Bakın biz 1980’lerde ve 2000’de çok ciddi reformlar yapmamıza rağmen bugün dahi bazı reforma ihtiyaç duyuluyor. Bugün de yapısal reform ihtiyaçlarından sözediliyor. Şu anda da ihtiyaç var. Yani 2001 yılında Derviş yasaları diye ifade ettiğin şey, tamamıyla Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir restorasyondur. Bir yenileşme, ekonomi perspektifiyle ekonomi politikasıyla bağdaşık. Yasalardır. Bunların tabii ki çok büyük yararı olmuştur.
Nasıl yararlanılmıştır? İtibar edilmiştir efendim. Yani bu kurallar ve o dönemde uygulanan politikalar faiz ve döviz kuru ve dolayısıyla enflasyon ve devalüasyonu yönetilebilir hâle getirmiştir. Bakın emirle değil. İkna ve itibar kazanılarak bunlar sağlanmıştır.
Sermeye yeterliliği sağlandı
O dönemki reform yasaları uygulandığında, herhangi bir kısıt yoktu. Ne döviz transferiyle ilgili kısıt vardı. Ne kredi vermekle ilgili çok büyük kısıtlar. Şunlar bunlar vardı; başta sermaye olmak üzere kapasiteleriyle uygun yani nitelik ve nicelik yönünde kapasiteleriyle uygun iş yapma kısıtları konmuş. Örneğin ben o zaman başında bulunduğum bankayla, sermaye yeterliğini tarihinde ilk defa uluslararası sermaye prensiplerine yükseltmek için birçok iştirak ve gayrimenkul satışı yapmak zorunda kaldı.
Bazı bankalarımıza devlet sermaye koydu. Bazı bankalarımıza yabancı yatırımcılar gelerek sermayelendirmeyle aldı.
Bankacılık geçmişinde en ciddi sermaye politikasının o dönemde geldiğini gördüm ve üçlü denetim denilen çok ciddi analizlerle buna hükmedildi.
Bu şu yönden çok kıymetli cumhuriyetin dördüncü çeyreğine girerken, Türk bankacılık sektörü çok ciddi bir düzenleme ve denetime birden bire geçti.
Bu o kadar çok işimize yaradı ki, 2000’li yıllarda uluslararası piyasalarda para bolluu yaşanınca mali sektörümüzün ve başka bankacılık sektörümüzün itibarı, sermayesi ve yetkinlikleri o para bolluğiunu ülkemize, dış kredilerle getirebilmemize ve ülkede de ciddi bir yatırım hamlesinin yapılmasına olanak sağladı.
Öyle bir bankacılık reformu yapmasaydık biz eskilerin ifadesiyle yağmur yağarken depolarımız olmasaydı dolduramazdık…
En önemli husus Türk bankacısı yetişmesi
Sektörün yabancıya açılmasında en önemli husus, Türk bankacısının yetiştirilmesi. Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bankacılığı öğrenmesi. Bir bankanın yerli yöneticisinin veya kadrosunun çok büyük bölümünün yabancı olmasının da dezavantajları var.
kulakları çınlasın ben Türkiye’de kurulu bir bankamızın yabancı genel müdürünün bankalar birliği toplantısında, dönemin ekonomi bakanını misafir ederken beyefendi, ‘Bu söylediklerini İngilizce de söyleyecek değil mi’ diye sordu, unutmam ben döndüm ‘kendisine hayır söylemeyecek. Siz bir daha ki sefere tercümanımızdan gelin’ dedim.
Yabancı sermaye. Hem önemli. Hem de bazı riskleri pek tabii ki içeriyor. özellikle Türkiye gibi istikrar açısından sorun yaşayabilen ülkelerde. Ancak burada kabul etmemiz gerekir ki yabancı sermayeye hiçbir şekilde tereddüt duymamamız lazım. Hele bankacılık konusunda gelene. Dolayısıyla bir yabancı yatırımcının sizin ülkenize, sizin ülkenizin kanunlarıyla ve de sizin paranız cinsin cinsinden sermaye sağlayabiliyorsanız önemlidir.
Yabancı sermayeden çok yararlandık
2001 krizinden sonra özellikle ülkemize gelen bankacılık sermayesinden çok yararlanıldı. Doğrusu isterseniz sadece nakdi sermayeden değil. Know how? Bu gibi uluslararası boyutta iş yürütebilme gibi konularda da yararlandık. Yararlanmadıklarımız da oldu. Yani sadece parasal açıdan yaklaşan sermayedarları oldu dolayısıyla. Yerli ya da yabancı olmasının ötesinde sermayelerin muhakkak niteliğine bakmak lazım. Ben bu konuyu şu şekilde ifade ettim her zaman. Bankacılar müşterisini iyi tanımalı, riskleri yönetebilmek için. Müşteriler açısından da bankasını bilmek çok çok daha önemli.. Bu bir hak ve gerekliliktir.
Dolayısıyla yerli olsun yabancı olsun. Bankanızı çok dikkatle seçmeniz lazım. Sadece bankanızı değil. Sigorta şirketimizden günümüzde internet servis sağlayıcılığı şirketine kadar. Muhataplarımızı seçmenin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz.
Yabancı sermaye risk gördüğü zaman çekilir. Doğrusunu isterseniz ben 2001 sonrasındaki sermayeyi Türkiye’de bankacılık sektörünün ve sermaye piyasasının tekrar görmesini diliyorum ve bunda gereklilik çok büyüktür diyorum.
Neden, Çünkü Türkiye zaten tasarrufu kısıtlı olduğu, dolayısıyla sermaye birikiminin zor ortaya çıktığı bir ülkeydi. Bunun mutlak anlamda söylemiyorum, damlaya damlaya göl olur ve kumpara şeyini de unutmayalım. Ama uluslararası sermayenin ilgisi şeffaflığınız hesap verebilirliğiniz, doğru düzenlemelere ve denetime sahip olduğunuz takdirde bankacılık sektörümüze de borsamıza da her alana da devletimizin denetimi altında ve vatandaşlar açısından şeffaf olmak kaydıyla buyursun gelsin.
Yurt dışında bankacılıkta önemli bir yere gelinemedi
Olaya tersinden bakıldığında ise yani Türk bankacılığının yurt dışı faaliyetlerine bakıldığın kayda değer olduğumuzu görmüyorum. Yani şöyle bazı bankalarımızın girişimleri oldu özellikle vergisel açıdan daha avantajlı olan piyasalarda, sermaye kararlarının uluslararası piyasadaki ihtiyaçlarını gidermek amacıyla bunlar arasında başarılı olanlar da oluyor.
İş Bankası grubunun da bu konuda örnekleri var. Gerek şirket kurmak suretiyle gerek şube açmak suretiyle bunlar çok başarılı. Ama bugün baktığımızda uluslararası boyutlarda bir anlam ifade edecek bir seviyelere gelemedi ne yazık ki. Buna bu tabii bizim içerideki sıkıntılarımız el vermiyor ki, bir de gidip dışarıda sermaye koy yatırım yap.
Yoksa Türk bankacılığı gerek bilgi birikimi gerek teknoloji açısından uluslararası alanda bankacılığı rahatlıkla götürebilecek yetkinliktedir ve ne yazık ki çok önde olmayan bir takım ülkeler uluslararası bankacılığa Türk bankacılığından daha önce girme yoluna gidebildiler.
Banka müşterisi dahi olamayacak insanlara banka kurma lisansı verirseniz bankalar batar
Sadece 2001’de değil, önce de batı bankalar. Maalesef siyasi iktidarların kötü yönetimi nedeniyle olmuştur.
Devletin, banka müşterisi dahi olamayacak banka kredi müşterisi dahi olamayacak nitelikte bazı kimselere veya kuruluşlara bankacılık lisansı vermesi ve sonra bankacılık lisansı verilen kurumların devletin adeta sonsuz mevduat garantisi ile büyüdüğünü görüyoruz.
Böyle bir şeyi yapmak, kamu adını ve devlet adına hiç doğru değil. Zaten bu gibi durumlarda maalesef ülkemizde yüce divan soruşturmaları dahi yapılmıştır.
Bu tam tam söylediğinizin cevabıdır. Sanki o kadar banka batmasından ders alınmamış gibi banka lisansının açık ve şeffaf olmayan yöntemlerle verilmesi konusunda yüce divan yargılanması dahi ülkemizde olmuştur. Bu yetmezmiş gibi üstüne mevduat garantisi de verilmiştir. Yani kısacası ankacılık gibi bir konuda kamusal bir imtiyaz veriyorsunuz? Bunu önümüze gelene veremezsiniz. Denetiminden vatandaşı vergi mükellefini haberdar etmek zorundasın. Bu sadece bankacılık alanında değil, sigortacılık alanı da böyle eğitim alanı da böyle sağlık da…
Devlet titiz davranmalı
Devletin lisans verdiği her alanda. Bireylerin hukukunu korumak için son derece titiz davranmaması gerekiyor. Yani şu banka şu hatadan mı battı? Bu banka bu hatadan mı? Battının ötesinde bir problem bankacılık lisanslarının verilmesiden başlayan sıkıntılar var. Denetimle ilgili sıkıntılara bunlar günümüzde de ileride de sektörün ödemeleri ve denetimi? Risk unsurlarıyla bağdaşık yapılmazsa bağımsız kurumlar da olsa, sermayeler güçlü olsa da ortaya sorun çıkar.
Bugün dünyanın en gelişmiş addedilen ülkelerinde dahi sık sık bankacılık krizlerini görüyoruz.
Bu nedenle değil tasarruf etmek geçim sıkıntısı çektiği bir ülkede imtiyaz verilen bu gibi sektörler üzerinden yönetimler yapmamak yapanları da mutlaka kamuoyu önünde yargılamak gerekir.
Bugün bankacılık kanununa göre banka yöneticilerinin 20 yıla kadar görevlerinden ayrıldıktan sonradaki 20 yıla kadar yani çoluğu çocuğu ve ebeveynleriyle birlikte mal varlığı açısından sorumluluğu devam eder.
Kamu yönetilicileri için de sorumluluğun sürmesi gerekir
Ben konunun bunun aynısının ilgili kamu yöneticileri içinde olması gereğini her zaman dile getirdim. Savundum şimdi bir kez daha getirmiş olayım. Bunun mantığı da tamamen şudur. Türkiye imkanları kısıtlı bir ülkedir. Bu gibi konularda hata yapılmasından toplum etkilenir. Dolayısıyla .000 krizi kötü bir örnek. Çünkü kötü yönetimden yaşanmıştır. Her zaman bunların tekrar yük olması için düzenleme, yani yapısal reformların bitmek, tükenmek bilmeden sürmesi gerekir.
Yani tahlilinize bakar gibi sağlığınıza bakar gibi ülkemizin hukuk ve ekonomik sistemine bakmak, hukuk sisteminin de sürekli çağdaş yönlerini yenilemek zorundasınız.
Uzun lafın kısası yapısal reformların sürekli olması gerekir. Bu konuda eski ekonomi bakanlarımızdan birinin sürekli ‘esas olan hukuktur’ ifadesini daha genişleterek kullanabiliriz, çünkü bankacılık daha geniş anlamda ekonomi, ulusal ekonomi de, uluslararası ekonomi de itibar olmadan yürümez. Itibarın da aslı hukuktur.
Cumhuriyet henüz uzun ömürlü bir insan ömrüne sahip…
Cumhuriyetin henüz 100 yılında. Henüz bir insan ömrü kadar adeta uzun ömürlü kadar bir bir insanın ömrü kadar 100 yılında. Başta devlet yöneticilerimiz olarak bizlere ve özellikle erkin kişilere düşen sorumluluk, cumhuriyeti kuran kadronun yaptığı kadar en az onlar kadar, mümkünse onun ötesinde çağdaş uluslararası kuralların ülkemizde uygulanması lazım. Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyıla muhakkak uluslararası yapısal reformları, uluslararası nitelikteki yapısal reformları uygulayarak girmelidir. Bunda da insan sermayesinin en önemli şekilde değerlendirme imkanı yakalayacağını ben varsayıyorum. Hiçbir şekilde Türkiye’nin dün veya bugün önemini kaybettiğini düşünmüyor. Gerek bizler açısından gerek uluslararası. Iktisadi siyasi ortamda çok önemli bir ülke olduğunu ve genç cumhuriyetin aynen 22. Yüzyıla girerken yapıldığı gibi bu defa 21 yüzyıl daha fazla ilerlemeden. Yapısal reformları tüm alanlarda tamamlamasını diliyorum.
Ve bu vesileyle de cumhuriyetimizin ve bütün bu yapının bağımsız Cumhuriyetimizin ulus ve ulusal ekonomimizin kurucularına başta Mustafa Kemal olmak üzere şükranlarımı sunuyorum. Ruhları şad olsun, bizim çabamız cumhuriyetin ikinci yüzyılında onlara layık olmak. Yaptıkları daim olsun bundan ibaret beklentim, teşekkür ederim.
İç siyasetin de Türkiye’nin karabasanı olduğunu düşünmüyorum, çıkacaktır, toplum bunların içinden çıkacaktır diye düşünüyorum.