Türkiye’deki para ve makroihtiyati politikaların tasarımı ve uygulanmasında 2003-2019 yılları arasında öncü bir rol oynayan Merkez Bankası’nın eski Baş Ekonomisti Prof. Dr. Hakan Kara, ekonomi yönetiminin bir an önce ekonomik tahribatın fotoğrafını kamuoyuyla paylaşması gerektiğini belirtti.
Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ekonominin nabzının durmaması için yüksek dozda mali ve parasal destek verildiğini belirten Kara, uygulanan tedavinin her vakada aynı şekilde yanıt vermediğini belirterek, Türkiye ekonomisinin enflasyon, düşük kaliteli dış finansman ve verimsizlik gibi kırılganlıkları nedeniyle tedavinin yan etkilerine maruz kaldığını söyledi.
Merkez Bankası’nda Cumhurbaşkanı kararı ile Murat Çetinkaya döneminin sona ermesinin ardından bankadaki görevinden alınan Prof. Dr. Hakan Kara, Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümü’nde görev alıyor. Prof. Kara, salgınla birlikte ekonomide yaşanan şoklara ve uygulanan tedavi yöntemine ilişkin önemli açıklamalarda bulundu.
Salgının yarattığı ekonomik krizi atlatmaya yönelik alınan kararlara her gün bir yenisi ekleniyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Salgının iktisadi etkilerini sınırlamaya yönelik tedbirlerin yarattığı dinamikleri anlayabilirsek bahsettiğiniz finansal önlemleri ve sonuçlarını daha iyi değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz dönemde salgın hastalık gündemi meşgul ettiği için izin verirseniz ben de olup bitenleri bir hasta örneğinden yola çıkarak anlatmaya çalışayım.
Burada hastamız ekonominin kendisi. Salgında bütün dünyada ekonomileri yaşanan güçlü arz ve talep şokundan dolayı yatağa düştü ve şu anda yoğun bakım tedavileri uygulanıyor. Bu nasıl bir tedavi? Kısaca, ekonominin nabzının durmaması için yüksek dozda mali ve parasal destek verilmesi olarak tanımlayabiliriz.
Bizdeki de kabaca bütün dünyada yapılana benzer bir uygulama aslında. Burada tedavi birkaç kanaldan gerçekleşmekte. Öncelikle bütçeden hane halkı ve şirketlere gerek doğrudan transferler gerekse vergi ve prim ertelemeleriyle bir kaynak transferi yapılıyor.
Bu süreçte oluşan bütçe açığı da kısmen parasal genişleme ile kısmen de özel tasarruflar ile finanse ediliyor. İkincisi, merkez bankası reel faizleri eksi düzeye çekip uzun vadeli ve uygun maliyetli fonlama kanalları açarak likidite sıkışıklığını gidermeyi amaçlıyor. Üçüncüsü, özellikle kamu bankaları aracılığıyla ciddi bir kredi desteği sağlanıyor, bu da yine geniş anlamda parasal büyüme demek.
Bütün bu düzenlemeler salgının yarattığı makro finansal tahribatı sınırlamayı hedeflemekte. Amaç, toparlanma başladığında ekonominin yeniden eski potansiyeline dönebilmesi. Yani benzetmemize dönersek, hastanın kalıcı bir tahribat yaşamadan hayati tehlikeyi atlatması ve iyileştiğinde kaldığı yerden devam edebilmesi için gereken her şey yapılıyor.
Peki dışarda uygulanan reçete bizde de etkili olur mu? Tabi bir yandan kendimize özgü politikalar da uyguluyoruz. Merkez Bankası ve BDDK’nın attığı adımlar var. Nasıl bakmak lazım?
Gelişmiş ülkelerde uygulanan reçetenin bizde aynı şekilde işe yaracağına dair bir garanti yok. Tekrar hasta örneğinden gidersek, uygulanan tedavi her vakada aynı şekilde yanıt vermeyebilir. Tedaviye verilen yanıt hastanın tıbbi geçmişi ve bağışıklık sistemi gibi faktörlere bağlıdır.
Örneğin şeker ve tansiyon hastasıysanız veya yıllar boyu kötü beslenerek bağışıklık sisteminizi zayıflatmışsanız size verilen ilaçların yan etkilerine daha fazla maruz kalırsınız. İktisatta bunların eşleniği enflasyon, düşük kaliteli dış finansman ve verimsizlik gibi kavramlar. Bu konularda bünyemizi geçmişte yeterince sağlamlaştırmadığımız için şimdi uygulanan tedavinin yan etkilerine fazlasıyla maruz kalıyoruz.
Yan etkiden kastınız nedir? Bunu nereden görüyoruz?
Birçok göstergeden bahsetmek mümkün ama bizim gibi finansal okur yazarlığı yüksek olmayan ülkelerde yan etkilerin kendini en belirgin gösterdiği değişkenin döviz kuru olduğunu söyleyebiliriz. Ortaya çıkan bol paranın bir kısmı bahsettiğim bünye zayıflığının da etkisiyle dövize gidiyor.
Yurt içi yerleşikler döviz ve altın cinsi varlıklara yönelirken, ürküttüğümüz yabancılar da portföy yatırımlarını satıp çıkıyor, çıkarken de tabi döviz talebi yaratıyor. Ayrıca salgın sebebiyle çöken turizm gelirleri ve hızlı kredi büyümesi ile artan ithalat dış dengeyi bozduğundan bu kanaldan da döviz talebi ortaya çıkıyor.
Özetle, salgın sonrasında yaşanan şoklar ve uygulanan tedavinin yan etkileri kendini artan döviz talebi, kur üzerinde baskı ve risk algısında bozulma şeklinde gösteriyor. Kur artıyor, sermaye çıkıyor; bu da enflasyon yaratıp alım gücünü tahrip ederek atılan diğer adımların etkisini sınırlama riskini beraberinde getiriyor.
Tabi bunlar arzu edilmeyen yan etkiler, çünkü güven ve bilanço kanalı üzerinden uzun vadeli büyüme potansiyelini ve refahı olumsuz etkileyebilirler. İktisadi bünyemizin yeterince güçlü olmaması nedeniyle uygulanan tedavinin umduğumuz sonuçları vermeme riski var.
Bu riski sınırlamak için de tamamlayıcı başka ilaçlar, yani bahsettiğiniz araçlar kullanılıyor. Finansal işlem kısıtlamaları ve döviz piyasasına dair alınan önlemleri bu çerçevede düşünmek lazım. Diğer bir ifadeyle, destekleyici politikaların yan etkilerini sınırlamayı amaçlayan tamamlayıcı ilaçlar veriliyor.
Peki bahsettiğiniz yan etkileri gidermek için de alınan ilaçlar etkili oluyor mu yoksa bunlar da başka komplikasyonlar mı yaratıyor?
Öncelikle şu tespiti yapalım. Yaklaşık kırk yıldır düşe kalka inşa edilen finansal mimari ve büyüme finansman modeli son dönemde atılan adımlarla önemli bir değişim süreci yaşıyor. Eski modelin tabi ki bazı sıkıntıları vardı ve revize edilme ihtiyacı olan bölümleri olabilir.
Ancak, dışardan bakıldığında mevcut uygulanan yöntem ve diğer destekleyici tedaviler pek planlı gibi görünmüyor. Sanki bir adım atılıyor, ardından yan etkiler ortaya çıktığında yeni bir araç devreye sokuluyor, onun da yan etkisi çıkınca başka bir araç bulunuyor ve bu böyle devam ediyor.
Tabi politikaları tasarlayanlar belki daha sofistike düşünüyor olabilirler ama en azından bir akademisyen gözüyle dışardan bakıldığında durum böyle görünüyor.
Nasıl göründüğünü biraz daha açmaya çalışayım: Talepteki yavaşlamayı önlemek için reel faiz eksiye düşürülüyor kredi muslukları sonuna kadar açılıyor, sonra bu para döviz talebini fazla artırınca kur üzerindeki etkiyi azaltmak için zaten yeterli seviyede olmayan döviz rezervleri kullanılıyor.
Bir yandan rezervleri eritip diğer yandan para politikasının en temel aracı olan faiz silahını gerektiğinde simetrik kullanma konusunda kısıtlar koyunca, bu yapı spekülatif atakları davet ediyor ve böylece yeni komplikasyonlar ortaya çıkıyor. Bunun üzerine daha farklı yöntemler devreye sokuluyor. Swap piyasasında işlem kısıtlamaları ve döviz piyasasını sığlaştıran vergiler işte bu aşamada devreye giriyor.
Bütün bu yapılanlar sistemli bir plan dahilinde gerçekleştiği izlenimini vermediği için bir sonraki aşamaya dair spekülasyonlar artıyor. Bu süreç yerli paraya olan güveni azaltarak dövize olan ilgiyi daha da artırma riskini beraberinde getiriyor.
Sonuç olarak, sorunun özüne inen bütüncül ve köklü bir tedavi uygulamak yerine, denenmemiş farklı ilaçlar yükleyerek hastanın bünyesini daha da bozuyoruz gibi geliyor bana.
Bu söylediklerim kesinlikle mevcut destekleyici paketlere karşı olduğum anlamına gelmemeli. Tabi ki hasta acildeyken hayati tehlikeyi atlatması için olağanüstü tedbirler almak lazım, fakat tedavinin neden bu kadar fazla yan etkisiyle karşılaştığınızı doğru teşhis edemezseniz tedavinin bütününü de bilinçli olarak uygulamanız zorlaşır.
O zaman da tam olarak eski gücünüze kavuşamayabilirsiniz veya hastalığınız ilk fırsatta tekrar nüksedebilir. Bütün dünyada uygulanan tedavinin bizde daha fazla yan etkiye sebep olmasının temel sebebi bünyemizin yeterince güçlü olmamasıdır.
Bünyesi yeterince güçlü olmayan bir hastayı hızla kredi pompalayarak hemen ayağa kaldırıp koşturmaya çalışmak sürdürülebilir olmaz. İlerde tekrar aynı döngüye girmemek için tedaviyi daha ağır fakat emin adımlarla, kök sebeplerin üzerine giderek yapmak daha kalıcı sonuçlar verebilir.
BANKALARIN BİLANÇO KONTROLLERİ ZAYIFLIYOR
BDDK, Aktif Rasyosu hesabını Mayıs başında bankalara zorunlu kıldı. Bankacılık sektörü üzerindeki etkilerini değerlendirir misiniz?
Bu uygulamayı da yan etkileri sınırlamak için verilen destekleyici ilaçlar kapsamında ele alabiliriz. Dış finansman kısıtları, artan kur ve risklilik nedeniyle iştahı azalan özel bankaların gerek reel kesime gerekse kamuya borç verme eğilimi zayıflayınca aktif rasyosu aracı devreye sokuldu.
Bu uygulamadan önce de zaten farklı döviz satış yöntemleri, merkez bankası bilanço uygulamaları ve tahvil alımı gibi yöntemlerle Merkez Bankası, hazine ve kamu bankalarının bilançoları pratikte epey birleştirilmişti. Bankalarla yapılan swaplar ve aktif rasyosu gibi uygulamalar bu kez ülkenin genel finansal bilançosunu bir anlamda konsolide hale getirdi.
Dolayısıyla, uygulamaya koyulan bütün bu yeni araçlar nedeniyle finansal aracıların kendi bilançoları üzerindeki kontrolleri giderek azalıyor. Bu yapı tabi ki bankaları zorluyor, çünkü iş modellerini ciddi anlamda gözden geçirmek durumunda kalıyorlar.
Ayrıca, bu süreçte bankalar kendi enflasyon ve aktif kalitesi algıları ile uyumlu bir fiyatlama gerçekleştiremediğinden önemli bir faiz riskine maruz kalıyor.
Bu uygulamalar hepten iyidir ya da hepten kötüdür diye baştan kategorik bir değerlendirme yapmak doğru olmayabilir çünkü iktisat politikaları bir nevi öznel tercihi de yansıtır. Sonuçta ülkeyi yönetenlerin kaynak dağılımına dair tercihleriyle de ilgili bir durum.
Öte yandan, toplumun her kesimini ilgilendiren bu tür önemli dönüm noktalarını bütüncül bir yapı içerisinde ilgili paydaşları da içine alan daha geniş istişare ile tasarlayarak devreye sokmak daha verimli ve kalıcı sonuçlar verecektir. Niyet iyi olsa dahi hızlıca devreye sokulan ve daha çok kısa vadeyi idare etmeye yönelik görünen politikaların orta vadede toplumun genel refahının kalıcı olarak azalma riskini de beraberinde getirdiğini dikkate almamız gerekiyor. En azından geçmiş deneyimler ve iktisat teorisi bize bunu net şekilde söylüyor.
AR hesabı hem devlet tahvillerinde hem mevduatta faizlerin düşmesine yol açtı. BDDK’nın piyasa faizlerini belirleme etkinliğinin de arttığı düşünülebilir mi? Merkez Bankası politikalarını etkiler mi?
Piyasa faizleri şu anda birçok farklı kurumun koordinasyonu ile düşük tutuluyor. Dış sermaye büyük ölçüde devreden çıkınca biz bize kaldık. Böylece içerideki aktörleri aktif rasyosu gibi dolaylı veya diğer doğrudan araçlarla koordine ederek faizleri düşük tutmak şimdilik mümkün görünüyor.
Diğer taraftan, mevcut stratejinin işlemesi için enflasyonun düşmeye devam etmesi ve faizlerin düşük kalması gerekiyor. Diğer türlü özellikle kamu bankalarında önemli zararlar oluşacak. Bu durum merkez bankasının faizleri artırması gerektiğinde gönülsüz olmasına yol açacaktır.
Enflasyon yeterince düşmezse ilerde faizi düşük tutabilmek için bahsettiğimiz bütün bu yan etkileri olan ilaçlara yenilerini eklemek gerekebilir. Bütün bunlar, kısa vadede sorunu ötelemeye öncelik veren, kök sebeplerden ziyade semptomları gidermeye çalışan bir politika bileşiminin devam etmesi anlamına geliyor.
FRENE BASMAK ZOR OLACAK
Merkez Bankası’nın yüzde 8.25 seviyesindeki politika faizi ile yıllık enflasyon farkı 3.1 puan oldu. Bu durum faiz indirim temposuna ilişkin soru işaretlerini artırıyor. Önümüzdeki dönem nasıl bir politika izler ?
Merkez Bankasının kendi yıl sonu enflasyon tahmini yüzde 7,4 düzeyinde; bu tahmine göre politika faizi halen enflasyonun üzerinde yer alıyor, yani merkez bankası bir anlamda tahmini düşük vererek reel faizi pozitif gördüğü iletişimini de yapıyor. Yani faizlerde indirim için alanının tükenmediği sinyalini veriyor.
Burada önemli olan soru şu: enflasyon yıl sonunda merkez bankasının tahmini doğrultusunda yüzde 7.4’e düşecek mi yoksa piyasa mı haklı çıkacak? Bu soru kritik çünkü para politikasının en önemli aracı itibarı ve inandırıcılığıdır. Bunu sağlamanın bir yolu da tahminlerin performansından geçer.
Merkez bankasının tahminler konusundaki performansı son on yılda iyi olmasa da geçtiğimiz yıl fena değildi. Her ne kadar enflasyonu düşürme konusunda uygulanan genel yöntemler tartışmalı olsa da en azından bir şekilde geçen yıl enflasyonun piyasa beklentilerinden ziyade merkez bankası beklentilerine daha yakın gerçekleştiğini söyleyebiliriz.
Bu sene de aynı performans sağlanırsa faizlerde düşüş için ilave bir alan oluşabilir. Öte yandan enflasyon tarafında elimiz çok da rahat olmayabilir. Böyle düşünmemin sebebi enflasyonun mevcut ölçülen eğilimleri değil. İçinden geçtiğimiz konjonktürde frene doğru zamanda basmanın oldukça zor olacağını düşündüğüm için enflasyon konusunda riskler görüyorum.
Krediler bu şekilde artmaya devam ederse ya kur üzerinden ya da talep üzerinden fiyatları olumsuz etkileyecektir, dolayısıyla enflasyon öngörüldüğü ölçüde düşmeyebilir. Umarım para ve kredi genişlemesi konusunda zamanında frene basılabilir ve kaygılarım haksız çıkar.
Son olarak, hükümetin bu zamana kadar aldığı tedbirleri değerlendirirken, siz ekonominin reçetesine ne yazarsınız, çözüm önerileriniz nelerdir?
Bu dönemde sağlık sorunuyla mücadele konusunda ülke olarak kendimize özgü avantajlarımızı kullanarak iyi bir sınav verdiğimizi söylemek mümkün. Ekonomi politikalarında ve bunların iletişiminde ise aynı şeyi söylemek pek kolay değil. SKısa vadede hemen ne yapılabilir?
Maalesef mevcut yapı içinde sihirli bir formül yok. Peki bu koşullarda zaman kazanmak için ne yapılabilir diye sorarsanız, ilk planda uygulanan politikaların öngörülebilirliğini artırmakla başlayabiliriz derim. Uygulanan politikaların temel sorunu bence öngörülebilirliğinin düşük olması ve bütüncül ayağı yere basan bir planı yansıttığı izlenimini vermemesi.
Bu nedenle ilk yapılacak iş son yıllarda yaşadığımız bütün bu şokların ekonomi üzerinde yarattığı tahribatın bir fotoğrafını çekmek ve bunu her kesimle açık bir şekilde paylaşmak olmalı. Daha sonra bugüne kadar uygulanan politikaların resmin bütününü nasıl etkilediğini, ortaya koyulan teşhis ve tedavi eşliğinde bundan sonrası için neler beklendiğini etraflıca anlatmak gerekir.
Biraz daha açar mısınız, bunu nasıl yapacağız?
Mesela şu anda ilgili kurumlarımız ayrıntılı bir büyüme tahmini dahi vermiyor. Oysa çeşitli senaryolar altında bu rahatlıkla yapılabilir. Böyle bir yılda negatif büyümenin pek eleştirilecek bir yanı yok zaten. Bu nedenle gerçekçi tahmin vermenin maliyeti de yok, tam tersine insanların önünü görmesi açısından faydası olur.
Bir kez büyüme ve bunun kompozisyonu ortaya çıktıktan sonra bizi buna ulaştıracak politika bileşimi ortaya koyulur. Aslında kötü senaryolarda dahi, basiretli bir kurgu dahilinde durumun yönetilebilir olduğunu göstermek mümkün çünkü her şeye rağmen hala maliye politikası tarafında bir miktar alanımız var; ayrıca ülke olarak güçlü olduğumuz özelliklerimiz mevcut.
Özel sektör dinamizmi, şirket ve bankalarımızın krizleri yönetme kapasitesi, genç nüfusun alınan tedbirlere hızlı reaksiyon verebilmesi gibi unsurlar birçok ülkenin arayıp da bulamadığı özellikler. Riskleri açıkça ortaya koyup, bunları güçlü yönlerimizle somut olarak nasıl aşmayı planladığımızı anlatabiliriz. Bunun için de öngörülebilir ve iç tutarlılığı olan, teknik yanı sağlam bir politika bileşimi tasarlayabiliriz.
Bu şekilde güçlü ve zayıf yönlerimizi gerçekçi bir yaklaşımla ortaya koyarak bu ülkeye güvenen uzun vadeli düşünen iç ve dış yatırımcıları bir ölçüde tekrar çekmemiz mümkün. Tabi bunu yapmak kurumların yapısı ve verimlilik gibi temel konuları hemen çözmez ama en azından bize zaman kazandırır. Sonrasında bu zaman kademeli olarak daha zor konular için kullanılabilir.
Örneğin sonraki aşamada biraz daha zor bir konu olan şirketlerin mali bünyesi ve bunların bankaların aktif kalitesi üzerindeki olası yansımaları ele alınabilir. Banka ve şirket bilançoları arasındaki olumsuz etkileşimleri giderecek, maliyetin tüm kesimler arasında adil bir şekilde paylaşıldığı bir çözümleme ortaya koyulabilir.
En son aşamada da beşeri sermaye, yenilikçilik ve teknolojik gelişim gibi daha derin yapısal konular var ama daha bunlara gelmeden önce kısa vadede ciddi kazanımlar sağlayacak birçok alan bulunuyor. Yani alçakta, hemen ulaşılabilecek mesafede toplanmayı bekleyen çok meyve var. Yeter ki doğru bir tasarımla bir an önce işe koyulalım.