Bundan yüzyılı aşkın bir süre önce 1909 yılında Batı sömürgeciliğinin en karanlık sayfalarında biri gün ışığına çıkarılmıştı. Putumayo Kolombiya’nın Ekvador ve Peru ile sınırını belirleyen Amazon’a dökülen uzunluğu 3000 mili bulan bir nehir. Bölgede yaşayan yerliler Amerika geneline oranla beyaz adamın teröründen uzak kalmayı başarabilmiş, Amazonun derinliklerinde sakin yaşamlarını sürdürebilmişti. Ta ki, kapitalizm köylerine uğrayana kadar.
Amazon ormanlarında yetişen kauçuk Avrupalılar tarafından Amerika kıtası ile birlikte keşfedilmiş, ne var ki kullanım alanı uzunca yıllar oldukça sınırlı kalmıştı. 1839 yılında önce Goodyear’ın kauçuğu kükürtle işleyerek lastik yapımını bulması, bundan yıllar sonra Ford’un seri araba üretimine geçmesi ve en son da 1888 yılında Dunlop’ın araba lastiğini icadı ile birlikte kapitalist dünyada kauçuk talebi bir anda patlamıştı. Bu durum pek çok servet düşkünü maceraperest Avrupalı’nın gözünü Amazon ormanlarına dikmesine yol açarken, bölge halkının sakin ve özgür yaşamının da sona ermesi anlamına geliyordu. Bu servet avcılarından biri de Perulu tüccar Julio Cesar Arana idi. Arana İngiltere’de kurduğu şirketi ve buradan elde ettiği finansman ile nehirden adını alan Putumayo bölgesinde hemen hemen Belçika büyüklüğünde bir arazi satın almış ve kauçuk imparatorluğunu kurmuştu.
Peru Amazon Şirketi’ni dünya kamuoyunun gündemine taşıyan ise “istihdam politikasıydı”. Şirketin idarecileri pekala Avrupa’dan götürülebilirdi ama işgücü yerlilerden sağlanmalıydı. Ne var ki, “tembel yerliler” mevcut yaşamlarını terk ederek gönüllü çalışmaya yanaşmamaktaydı. Bu durumda akla gelen ilk seçenek yerlilerin borçlandırarak çalışmaya zorlanmasıydı. İlkin batıdan götürülen elbiseler, palalar ve türlü eşyalar ile akılları çelinmeye çalışıldı. Ama bunlarla da pek ilgilenmediler. En sonunda silah zoruyla borçlandırılarak şirketin emrinde çalışmaya zorlandılar. Kağıt üzerinde yerliler “köle” değildi “borçluydu” ama yaşam ve çalışma koşullarının pek çok köleyi gölgede bırakacak denli vahşi olduğu ve borcun hiç tükenmediği sistemle alacaklılarına bağlanmışlardı. Ünlü antropolog Michael Taussig Putumayo kölelik sistemini “ticaret görünümlü”, çalışanların köle ya da ücretli işçi değil, son derece katı bir şekilde “borcunu ödemekle yükümlü bir tüccar” niteliğinde olduğu bir sistem olarak tanımlar. Burada borç köleliği Batılıların gözünde meşrulaştırmak için bir araçtır sadece.
Putumayo yerlilerinin yaşadıkları bölgeye seyahat eden ve Arana’nın adamları tarafından esir alınan Amerikalı bir mühendisin, Hardenburg’un tanıklığıyla dünya kamuoyuna ulaştı. İngiliz yargısına taşınan olay sonunda Londra Borsası’nda hisseleri işlem gören şirketin sahibi ve İngiliz yöneticileri suçlu bulundu. Ne var ki, Arana bu sırada çoktan Peru’ya kaçmıştı. Çok geçmeden kauçuk ağaçlarının Sri Lanka ve Malezya gibi uygun iklime sahip Asya ülkelerine götürülerek buralarda yetiştirilmeye başlanmasıyla üretim doğuya kaydı ve Arana’nın kauçuk imparatorluğu da kendiliğinden sona erdi. O da senatör olarak yeni bir kariyere yol aldı. Yerlilere gelince… On binlercesi öldürüldü, pek çok kabile “kauçuk dalgası”yla birlikte yeryüzünden silindi, ormanın derinliklerine kaçarak yaşama tutunmaya çalışanlar ise günümüz kapitalizminin tehditleri altında varlıklarını sürdürmeye çabalıyorlar.
Yaşanan vahşetten geriye Putumayo yerlilerinin zincirlerle birbirine bağlandıkları Hardenburg tarafından çekilmiş bir fotoğraf kaldı. Bir de hiçbir zaman eskimeyen bir yöntem. Ve borçlandırarak köleleştirilen, yaşadıkları evin, bindikleri arabanın, izledikleri televizyonun, giydikleri kıyafetin, patron aratırsa diye gece saatlerinde dahi açık tutulan telefonun borcunu ayaklarında ağır bir pranga gibi taşıyan milyarlarca “özgür işçi”…
Murat BİRDAL – evrensel