Anasayfa / Ekonomi / Asırlık fidan: Cumhuriyetimiz 100 yaşında

Asırlık fidan: Cumhuriyetimiz 100 yaşında

Birinci Dünya Savaşı, emperyalist güçlerin bir anlamda nüfuz mücadelesiydi. Diğer ifadeyle de ülkelerin adeta var olma/olmama mücadelesiydi. Osmanlı Devleti yaklaşık bir asır önce ‘hasta adam’ olarak nitelendirilmiş ve emperyalist ülkeler nezdinde geri sayım başlamıştı. Şimdi ‘hasta adam’ın mirası iştah kabartıyordu. Şark Meselesi diye adlandırılan bu süreç Osmanlı açısından 1. Dünya Savaşı’nı neticelendiren Mondros Mütakeresi (ateşkes antlaşması) bu yönüyle Şark Meselesi’nin hesabının görülmesi için ilk adım sayılacaktı.

Sonun başlangıcı: Mondros Mütarekesi

Mondros Ateşkes Antlaşması, İtilaf Devletleri ve Osmanlı arasında gerçekleştirilen, Osmanlının savaş yenilgisi sonrasında imzalandı. Bu antlaşmaya Osmanlı, İtilaf Devletleri (I. Dünya Savaşı’nda İngiltere, Fransa, Sırbistan ve Rusya İmparatorluğu’nun oluşturduğu ve daha sonra İtalya, Yunanistan, Portekiz, Romanya ve ABD’nin katıldığı devletler) için açık bir hale geldi. Bunun yanı sıra antlaşma içerisinde Osmanlı’nın belli bölümlerinin işgal edilmesine dair maddeler yer aldı. Ayrıca Osmanlı Devlet’inin yaptığı tüm işgallerin sınırlarından kuvvetlerini çekmesi gerektiği bildirildi.

Mondros Ateşkes Antlaşması çok ağır şartlar içeren, Osmanlı’nın bölünüp parçalanmasına yönelik olan mutabakat olarak tarihte yerini aldı. Osmanlı fiilen olmasa bile teorik olarak işgal edilmiş, alınan kararlar İtilaf Devletlerinin eline geçmişti.

Limni adasında bir liman

Osmanlı adına Bahriye Nazırı olarak görev yapan Rauf Bey ile İtilaf Devletleri arasında Limni Adası’nın Mondros Limanı sınırlarında imzalandı. Ateşkesin imzalandığı tarih, 30 Ekim 1918 olarak kayıtlara geçti. Antlaşmaya göre İtilaflar ile Osmanlı arasındaki savaş, 31 Ekim öğle zamanında son bulacaktır.

Ateşkesin ağır şartları

Mondros Ateşkes Antlaşması toplamda 25 maddeyi içeriyordu.

Bu maddeler özetle şöyleydi:

– Osmanlı Devleti suları içerisinde bulunan tüm mayınlar taranarak temizlenecektir.

– İstanbul ve Çanakkale Boğazları açılacak, Karadeniz işgal edilecektir.

– İtilaf Devletleri esirleri ile Ermeni esirler İstanbul’da şartsız şekilde İtilaflara iade edilecektir.

– Osmanlı ordusu hudutların korunması ve asayişin temini dışında terhis edilecek.

– İtilaf Devletlerini tehdit edici bir durum olması halinde, buraya işgal gerçekleşebilecektir.

– İtilaflar Osmanlının demir yollarından istifade edebileceği gibi tüm Osmanlı ticaret gemileri İtilaf Devletlerinin emrinde olacaktır.

– Hükumet haberleşmeleri haricinde tüm telgraf, telsiz ve kabloların denetimleri Osmanlı Devleti denetiminde olacaktır.

– Toros Tünelleri İtilaf Devletleri tarafından işgal edilecek.

– Osmanlı’ya ait tüm savaş gemileri teslim olacak, gösterilen limanların içerisinde İtilaf Devletleri tarafından göz altında tutulacaklardır.

Osmanlı Devleti fiilen sona eriyor

Mondros Mütakeresi maddelerinin hemen hiçbirisi Osmanlı Devleti lehine bir sonuç içermedi. Şartlara ağırlığı bir yana bu durum Osmanlı Devleti’nin fiilen sona erdirilmesi demekti. Böylece; Anadolu’nun tüm toprakları işgale açık hale geldi. Osmanlı ordusu terhis edilmiş, tüm iletişim araçlarına el konuldu. Bu durum Osmanlı’nın tamamen savunmasız kalmasına yol açtı. 7. maddeye göre Osmanlı işgal edilebilir duruma geldi. Ayrıca antlaşmanın 24. maddesinde Doğu Anadolu Bölgesi sınırlarında Ermeni Devleti kurulması amaçlandı. Antlaşmanın uygulamaya konulmasının hemen ardından İtilaf Devletleri Anadolu’da işgallere başlamıştır. Böylece İtilaf Devletleri asıl hedeflerinin ne olduğunu göstermişlerdir.

Osmanlı Padişahı Vahdettin mütareke metnini öğrendiğinde “Şartları çok ağır olmasına rağmen kabul edelim, biz sonra İngilizlerin hoşgörüsüne nail olacağız” demişti. Pek çok komutan mütarekenin Türk milletinin adeta ‘ölüm fermanı’ niteliğinde olduğunun farkındaydı. İşte bu günlerde Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’na atanan Mustafa Kemal Paşa’ya göre bu tablonun özeti şuydu: Osmanlı Devleti bu mütareke ile kendisini kayıtsız şartsız düşmanlarına teslim etmeye razı olmuştu.

“geldikleri gibi giderler”

Ve beklenen oldu…

13 Kasım 1918… Birinci Dünya Savaşı’nın galibi İtilaf devletleri, 22 İngiliz, 12 Fransız, 17 İtalyan, 4 Yunan gemisi ve 6 denizaltıdan oluşan tam 61 parçalık donanma ile İstanbul’u işgal etmişlerdi. Tarih 13 Nisan 1919’u gösterdiğinde Kars, İngilizler tarafından işgal edildi. Ardından; 16 Nisan 1919’da Fransızlar, Afyonkarahisar’ı işgal etti. 20 Nisan 1919’da Gürcü Birlikleri, Ardahan’a girdi ve 24 Nisan 1919’da İtalyan askerleri, Konya’ya girdi.

Adım adım Kurtuluş Savaşı’na gittiğimiz o günlerde; İngilizler Çanakkale, Musul, Batum, Antep, Konya, Maraş, Samsun, Bilecik, Merzifon, Urla ve Kars’ı, Fransızlar ise; Trakya’daki demiryolunun önemli istasyonlarını, Dörtyol, Mersin, Adana ve Afyon istasyonunu işgal ettiler.İngilizler tarafından işgal edilen, Güney Doğu’daki bazı iller daha sonradan Fransızlara terk edildi. İtalyanlar ise Antalya, Kuşadası, Bodrum, Fethiye ve Marmaris’i işgal etti. Konya ve Akşehir’e de asker yolladılar. Mondros Mütarekesi’nin Doğu Anadolu’da 6 vilayetin Ermenilere bırakılacağına ilişkin maddesi Ermenileri harekete geçirdi.

Mustafa Kemal işte tam da o gün tarihe not düşecek o sözünü, Boğaz’a sıra sıra kale gibi demirleyen demir zırhlılara bakarak söylemişti: Geldikleri gibi giderler!

Türk milleti bir taraftan teşkilatlanırken diğer yandan da işgallere karşı fiili olarak tepkisini göstermekte gecikmedi. Mütareke sonrası başlayan işgaller, işgal bölgelerinde endişe ve kaygı yarattı. Milli teşkilatlanma devreye girdi. Bunun tam karşısında ise milli varlığa düşman ve milli mücadele aleyhtarı faaliyetler de boy gösterdi. İzmir’in işgali ateşlenmeyi bekleyen fitili ateşlemekte gecikmedi.

Ve 30 Nisan 1919’da Mustafa Kemal, 9. Ordu Müfettişi oldu.

Mustafa Kemal Paşa Samsun’da

Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bulunduğu sürede diğer silah arkadaşları Kâzım Karabekir, Ali Fuad, Rauf ve İsmet Beylerle birlikte Şişli’de yaptıkları toplantılarda vatanın içinde bulunduğu durum karşısında Türk milletinin kurtuluş çarelerini arıyorlardı. Samsun ve çevresindeki asayişi sağlamak için Mustafa Kemal Paşa, 30 Nisan 1919’da askeri ve sivil yetkilerle Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’ne tayin oldu. Kazım Karabekir Paşa da Tekirdağ’daki 14. Kolordu Komutanlığı’ndan Doğudaki 15. Kolordu’ya atandı. 3 Mayıs 1919’da Erzurum’a geldi. 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ise Anadolu’ya geçti. Mustafa Kemal Paşa’nın bu tayini müfettişlik bölgesindeki asayişi sağlamak olarak görünse de esas amacı Milli Mücadele’yi başlatmaktı. Başta Ali Fuat Cebesoy, Fevzi Çakmak ve Cevat Çobanlı olmak üzere Genelkurmay’daki vatansever subayların da katkıları ile tayin hazırlıklarını tamamlayan Mustafa Kemal, 16 Mayıs’ta yanında karargah heyetiyle birlikte Bandırma vapuru ile Samsun’a hareket etti. 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktı. Burada ülkenin her tarafındaki askeri ve mülki erkan ile irtibata geçerek halkı Milli Mücadele fikri etrafında birleştirmeye çalıştı.

Bağımsızlığa giden sürecin başlangıcı: Amasya Genelgesi

Kurtuluş Savaşı’nın ilk kilometre taşı Samsun oldu. Ardından Mustafa Kemal Paşa 12 Haziran’da, 18 arkadaşıyla birlikte Amasya’ya geldi ve çalışmalara burada devam etti. 21-22 Haziran gecesi bir genelge hazırladı. Yanında bulunan Ali Fuat, Refet ve Rauf Beylerle karargah heyetinin de imzaladığı ve Erzurum’da bulunan Kazım Karabekir ve Konya’da Mersinli Cemal Paşa’nın da telgrafla onayladığı genelge 22 Haziran günü askeri ve sivil makamlara gönderildi. Genelgenin özü şöyleydi:

Amasya Genelgesi, İstanbul Hükümeti’nin bağımsızlığını kaybetme tehlikesini ve etkisizliğini tanımlamış ve milletin kararlılığına ve kararına bağlı olan bağımsızlığa giden yolu belirtmiştir. Bu nedenle Genelge direnişi yürütmek için bir yönetim kurulu ihtiyacını belirtmiş ve Sivas’ta kongre yapılması çağrısı yapmıştır.

Milli mücadelenin kilit taşı

Erzurum Kongresi 23 Temmuz ile 7 Ağustos 1919 tarihleri arasında Erzurum’da düzenlendi. 17 Haziran’da Vilâyât-ı Şarkıye Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum şubesi tarafından toplandı. Erzurum Kongresi, Erzurum Umûmî Kongresi veya Umûmî Erzurum Kongresi olarak da bilinmektedir. Düşman işgalindeki vatan toprağını kurtarmak için bağımsızlığa giden zorlu yolu Erzurum’dan sürdüren Atatürk ve silah arkadaşları, bu kongre sayesinde ülkenin bağımsızlığa giden yolunu açtı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılıyor: Erzurum Kongresi

Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı Erzurum Kongresi, ulusal egemenliğin koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine karar verilen ilk kongre olması ve Milli Mücadele’nin rotasının çizilmesi açısından önem taşıdı. Erzurum Kongresi, hiçbir baskı ve yönlendirme olmadan Türk milletinin kendi hür iradesiyle almış olduğu milli bir kararın hayata geçirilmesiyle Türk milletinin var olduğu ve var olmaya devam edeceğinin en önemli göstergesi oldu. Ulu Önder Atatürk ve arkadaşları, 23 Temmuz 1919’da emperyalist güçlerin Osmanlı topraklarını paylaşmaya çalıştığı dönemde, Erzurum Kongresi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılmasını temin etti.

Erzurum kongresinde vurgulanan görüş; Tam Bağımsızlık ve Milli Egemenlik olarak özetlenebilir. Erzurum Kongresi, hiçbir baskı ve yönlendirme olmadan Türk milletinin kendi hür iradesiyle almış olduğu milli bir kararın hayata geçirilmesiyle Türk milletinin var olduğu ve var olmaya devam edeceğinin en önemli göstergesi oldu.Türk milletinin var olma mücadelesindeki ilk refleksini ve kararlılığını gösterdiği tarihi kongrede alınan “Milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür, parçalanamaz” kararı ile Milli Mücadele yolunda büyük bir aşama kaydedildi.

Milli Mücadelenin mihenk taşı: Sivas Kongresi

Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlattığı ulusal kurtuluş mücadelesini Amasya’dan sonra, 27 Haziran 1919’da ”güvenilir kent” olarak gördüğü Sivas’a gelerek sürdürdü. Sivas’ta yapılan toplantıda ülkenin durumu görüşülerek en kısa zamanda kentte milli bir kongre yapılmasına karar verildi.

Erzurum Kongresi’ne katılmak üzere Amasya’dan ayrılan Mustafa Kemal Paşa, 27 Haziran 1919 günü Sivas’a geldi ve Sivas halkı tarafından coşkuyla karşılandı.

Sivas’a 2 Eylül 1919 günü yeniden gelen ve 18 Aralık 1919’a kadar burada kalan Mustafa Kemal Paşa ve beraberindeki heyet tarafından 4 Eylül 1919 Perşembe günü saat 14.00’te bugünkü Atatürk Kongre ve Etnografya Müzesi binasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atıldığı Sivas Kongresi yapıldı.

Manda tartışmaları

Kayıtlara göre resmi çalışmaları 7 gün süren kongrede, Mustafa Kemal Atatürk başkanlığında ulusun kurtuluşu için çeşitli gündem maddeleri görüşüldü. 8-9 Eylül 1919 tarihlerinde “manda” tartışmalarının yaşandığı kongre, 11 Eylül 1919’da sonuç bildirgesinin yayımlanmasıyla kapandı.Mustafa Kemal Paşa ve Heyet-i Temsiliye, 12 Eylül 1919’da halkın da katılımıyla gerçekleştirilen toplantıda, ulusun kurtuluşu için önemli kararların yer aldığı kongre beyannamesini yayımladı.

‘Manda ve himaye kabul olunamaz” gibi ulusun kurtuluşu için çok önemli kararların alındığı kongrede, ilginç bir olay da yaşandı. Yurdun çeşitli yörelerinden delegelerin katılımıyla 4 Eylül 1919 tarihinde düzenlenen ve “manda’ konusunun da tartışıldığı kongrede, öğrenci arkadaşlarının temsilcisi olarak, aralarında topladıkları para ile kente gelen Hikmet ismindeki askeri tıbbiye öğrencisi de bulunuyordu. Heyecanlı manda tartışmalarının yaşandığı 8 Eylül akşamı, Mustafa Kemal Paşa’nın odasında yapılan toplantıda, askeri tıp öğrencisi Hikmet, şunları dile getirdi:

“Paşam, delegesi bulunduğum tıbbiyeliler, beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa bunlar her kim olursa olsun, şiddetle ret ve takbih ederiz. Farzı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz”.

“YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM”

Bu sözler karşısında duygulanan ve “Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin” diyen Mustafa Kemal Paşa, daha sonra Hikmet Bey’e dönerek, “Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, ekalliyette (azınlıkta) kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez, ya istiklal, ya ölüm” dedi.

O dönem, Sivaslı kadınlar, Trabzon ve Erzurum’dan gelen çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan göçmenlerle yakından ilgilendi. Mustafa Kemal Paşa’nın Türk kadınlarının da Milli Mücadele’ye örgütlü olarak katılması gerektiğini ifade etmesi üzerine Sivaslı kadınlar dernek kurmak için çalışmalara başladı. Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti adı verilen dernek, 9 Aralık 1919’da kuruldu.

Atatürk başkanlığında 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleştirilen Sivas Kongresi ile Mustafa Kemal Paşa’nın gençlik yıllarından beri düşündüğü ve seslendirdiği, Samsun’a çıktığı andan itibaren resmi yazışmalarında en önemli mesele olarak yer verdiği “milli egemenlik” ve “milli irade” kavramları devlet hayatına yansıtılmaya başladı.

Halkın bütününü kapsayan ilk örgütsel faaliyet Sivas’ta gerçekleştirildi ve Sivas Kongresi, şekli ve içeriği itibarıyla adeta milli bir meclis işlevi gördü. Kongrede yeni seçilen üyelerin katılımıyla yurdun tamamını kapsayan Heyeti Temsiliye, ülkenin kaderinde birinci derecede söz sahibi bir kurul halini aldı, ulusal hareketin meşru organları biçimlendirilmiş oldu.

7 günlük çalışmayla Sivas Kongresi, devletin önündeki engelleri ortadan kaldırarak, halkı bir bütün halinde, çizdiği program doğrultusunda harekete geçirmeyi sağladı.

Diğer kongreler

Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde vatanın kurtuluşu çareleri aranırken, Batı Anadolu’nun bazı yerlerinde de çeşitli toplantılar yapılıyor, Yunan işgallerine karşı kararlar ve tedbirler alınıyordu. Yunan işgaline karşı mücadele eden Kuva- yı Milliye’nin sevk ve idaresiyle iaşesi için 28 Haziran 1919’da Balıkesir’de bir kongre toplandı. Balıkesir ve komşu ilçelerden katılımın olduğu bu kongrede Bursa eski valisi Hacim Muhiddin (Çarıklı) Bey’in başkanlığında bir heyet seçildi ve cephenin takviyesi hususunda bazı kararlar alındı.

Kongreler listesinde önemli noktalar göze çarpmaktadır. İlk kongrenin Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imzalanmasından 5 gün sonra, Türk ordusunun bölgeyi boşaltması olasılığına karşı, 5 Kasım 1918’de Kars’ta yapıldığı ve sonrasındaki 5 kongrenin de Kars ve Ardahan’da yapıldığı görülmektedir. Atatürk’ün katıldığı ilk kongre olan Erzurum Kongresi’ne kadar 11 kongre düzenlenmiş olduğu ve en dikkati çekenin ise Sivas Kongresi’nden sonra yani Trakya ve Anadolu’daki tüm derneklerin Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilme kararından sonra da Trakya ve Batı Anadolu’da kongrelerin devam etmesi, Afyon ve Pozantı kongreleri hariç 11 kongrenin daha yapılmış olmasıdır.

Son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı toplanıyor

Sivasa Kongresi kararlarının ülkede büyük etkisi olmuştu. Halkın ve aydınların büyük bölümü gerçekleri görürken, Damat Ferit Hükümeti itibar kaybetti ve neticede hükümet düştü. Yerine Ali Rıza Paşa kabinesi kuruldu. Ali Rıza Paşa, ülke menfaati için Heyet-i Temsiliye ile temasa geçmenin gerekliliğine inanıyordu. Bu maksatla hükümet üyesi Salih Paşa’yı Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere Amasya’ya gönderdi. 20-22 Ekim 1919 tarihlerinde yapılan görüşmeler sonunda bir protokol imzalandı. Tarihe Amasya Protorolü olarak geçen bu kararların en başta gelen neticesi, İstanbul Hükümeti’nin Heyet-i Temsiliye’yi resmen tanımış ve kararlarını dikkate almış olmasıdır.

Son Osmanlı Meclisi Amasya Görüşmeleri’nde alınan kararlar üzerine 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplandı.Mecliste İstanbul Hükümeti ve Anadolu halkını temsil eden milletvekilleri bulunuyordu. Anadolu’dan gelen istekle İstanbul Hükümeti meclis çalışmalarını başlattığında ne Mustafa Kemal Paşa’nın meclis başkanlığı söz konusu olmuş, ne de millî teşkilatın amaç ve hedeflerine hizmet edecek bir Müdafaa-i Hukuk Grubu kurulabilmişti. Ancak mecliste bulunan Müdafaa- i Hukukçular, Rauf Bey’in başkanlığı altında “Felah-ı vatan Grubu” adıyla bir grup kurmuşlardır.Meclis-i Mebusan’ın yaptığı en önemli faaliyet Misakımillî’yi kabul etmesidir. Mecliste bulunan Millî Mücadele taraftarları Misakımillî’nin kabul edilmesini sağlamışlardır. (Böylece bütün Anadolu ulusal bağımsızlığın yanında yer almış oluyordu.

Sevr Antlaşması

Sevr Antlaşması 1. Dünya Savaşını sona erdiren antlaşma olarak karşımıza çıkar. Savaşı kazanan İtilaf Devletlerinin yenilgiye uğratmış olduğu diğer ülkeler olan Almanya, Avusturya, Macaristan ve Bulgaristan ile derhal barış antlaşması imzalamasına rağmen Osmanlı Devleti ile yapacakları anlaşma konusunda İtilaf Devletlerinin kendi aralarındaki uyuşmazlıklar sebebiyle bu antlaşmanın geciktiği görülür. Aslında yapılacak olan antlaşmasının gecikmesinin asıl sebebi İtilaf Devletlerinin Osmanlının topraklarını paylaşma konusunda anlaşmazlıklar yaşamalarıdır. Elbette bunun dışında başka sebepler de bulunur; İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devletini nasıl paylaşacakları konusunda tam olarak karar verememeleri, İngiltere ve İtalya arasında İzmir’in Yunanlara verilmesiyle ortaya çıkan anlaşmazlıklar ve Türk halkının işgal kuvvetlerine karşı tepki göstermesi….

18 Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansında İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti’nin parçalanmasına karar vermiştir. Bu konferans sırasında Osmanlının parçalanmasını hedef alan maddelerin ilke gibi görüldüğünü söyleyebilmek mümkündür. 24 Nisan 1920’de toplanacak olan San Remo Konferansına katılarak belirlenen anlaşma maddelerinin Osmanlı Devletine duyurulması için İtilaf Devletleri Osmanlıdan bir temsilci gönderilmesini ister. Konferansa Tevfik Paşa başkanlığında bir heyet gönderilir, ancak Tevfik Paşanın antlaşma maddelerinin bağımsızlığı tehlikeye düşürücü niteliklere sahip olması sebebiyle bu düşüncesini bildirerek geri dönmesi söz konusudur.

Anlaşmanın derhal yürürlüğe girmesini isteyen Yunan kuvvetleri 22 Haziran 1920’de Balıkesir, Bursa, Uşak ve Nazilli’yi işgal eder. Bunun yanı sıra Trakya’dan da saldırıya geçerek Tekirdağ’a kadar olan toprakları da işgal ederler. Durum böyle olunca İstanbul Hükumeti antlaşmanın kabul edilmesine karar verir. Her ne kadar bu durumun anayasaya göre Mebusan Meclisi’ne danışılarak karar verilmesi gerekiyor olsa da Meclis kapatılıp dağıtıldığı için Padişah ve Sadrazam tarafından barış görüşmelerinin başlatılması ve kabul edilebilmesi için 22 Temmuz 1920’de Saltanat Şurası toplanır.

Saltanat Şurası’nda bulunan üyelerden sadece Rıza Paşa antlaşmanın kabul edilmemesi gerektiği yönünde oy kullanır. Bunun üzerine Bağdatlı Hadi Paşa, Rıza Tevfik Bey ve Reşat Halis Beyden oluşan şura Fransa’ya gider ve Paris yakınlarında bulunan Sevr kasabasında 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması imzalanır.

Sevr Antlaşmasınan Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Belçika, Ermenistan, Yunanistan, Polonya, Hicaz, Romanya, Çekoslovakya ve Sırp-Hırvat-Sloven devletleri imza atmıştır.

Antlaşma her ne kadar pek çok ülke tarafından imzalanmış olsa da Türk milleti tarafından hiçbir zaman kabul görmemiş ve uygulamaya konulamamış bir antlaşma olarak tarihteki yerini alır.

Buna göre;

İstanbul Osmanlı Devleti’nin başkenti olarak kalacak, ancak Osmanlı devletinin antlaşma maddelerine uymaması durumunda İstanbul Türkler’den alınacaktır.

Çanakkale ve İstanbul Boğazı her zaman tüm devletlerin gemilerine açık tutulacak, uluslararası bir komisyon boğazları yönetecek; ancak bu komisyonda Türk üye bulunmayacaktır. Ayrıca bu komisyonun ayrı bir bütçesi ve bayrağı olacaktır.

Anadolu’nun doğusunda iki yeni devlet kurulacaktır.

Ege Bölgesinin büyük bir bölümüyle İzmir Yunanlılara verilecektir. Ayrıca Midye-Büyükçekmece çizgisinin batısında bulunan Trakya bölümü de Yunanlıların olacaktır.

Arabistan ve Irak İngiltere’ye verilecektir.

Antep, Mardin, Urfa ve Suriye Fransa’ya verilecektir. Ayrıca Adana’dan Kayseri ve Sivas’ın kuzeyine kadar uzanan bölge de Fransa’nın nüfusu altında bulunacaktır.

İzmir bölgesi dışında bulunan tüm Batı Anadolu, Afyon’dan Kayseri’ye kadar olan bölümün güneyinde kalan topraklar İtalyan nüfuz bölgesi olacaktır.

Osmanlı Devletinin askeri gücünün sınırı 50.700 olacaktır. Ayrıca ordunun ağır silah ve uçakları bulunmayacak, deniz kuvveti de 13 savaş gemisi ile sınırlı olacaktır.

Azınlıklara geniş haklar verilecektir.

Mali ve adli ayrıcalıklar en ağır şekilde müttefik devletlere açık olacaktır.

Sevr Antlaşmasının sonuçları

Antlaşma, Türk milletinin umutsuzluğa sürüklenmesine neden olmamış, aksine mücadele gücünü ve kararlılığını artırmıştır.

Antlaşma, Mebusan Meclisinde onaylanmadığı için yasal dayanaktan yoksun kalmıştır.

19 Ağustos 1920’de toplanan TBMM, bu antlaşmayı imzalayanların ve bu antlaşmayı onaylayanların vatan haini sayılmalarını kabul etmiştir.

TBMM, bu antlaşmayı tanımadığını ilan etmiştir.

Antlaşma, 1. Dünya Savaşından sonra uygulamaya konulamayan tek anlaşma olmuştur.

TBMM TARAFINDAN TANINMADI

Bu antlaşma Osmanlı Devleti’nin imzalamış olduğu son antlaşma olarak tarihe geçmiştir.

Mebusan Meclisinin onayından geçmemiş olması sebebiyle hukuken geçersiz bir antlaşma olarak görülür.

Misak-ı Milli’ye aykırı olması ve Türk milletinin bağımsızlığını ortadan kaldırıyor olması sebebiyle TBMM tarafından tanınmamıştır.

Türk halkı tarafından onay verilmemiş ve düşmanla savaşarak işgalcilerin Anadolu’dan atılması ile anlaşmanın uygulanması engellenmiştir.

İmzalandığı halde yürürlüğe girmemiş bir antlaşmadır.

Osmanlı Devletinin fiilen sona erdiği antlaşmadır.

Misak-ı Milli

İstanbul’da toplanan son Osmanlı Meclisi tarafından bu bildiri 28 Ocak 1920 yılında oybirliği ile kabul edildi ve kabul edildikten sonraki 17 Şubat’ta kamuoyuna açıklandı. Bildiri, Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdirecek olan barış antlaşmasından Türkiye’nin kabul ettiği askeri şartları içeriyordu. Bildiri Mebusan Meclisi’nde “Ahd-ı Milli Beyannamesi” adıyla kabul edilmiş; daha sonradan ” Misak-ı Milli” olarak adlandırılmıştır. Her iki deyimle ‘Ulusal/Milli Yemin’ anlamına gelir. Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları, tabi bazı ayrıntılar hariç, Misak-ı Milli ilkeleri doğrultusunda gerçekleşmiştir.

Misak-ı Milli’de alınan kararlar

Erzurum ve Sivas civarlarında oluşan kongrelerinde saptanıp ve ardından olgunlaştırılan ilkeler doğrultusunda son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından gizli oturumda oy birliği ile 28 Ocak 1920 tarihinde alınan ve Türkiye’nin kabul edebileceği barış koşullarını açıklayan 6 maddelik bildiridir. Misak-ı Milli temelinde Ulusal Kurtuluş ve Bağımsızlık savaşlarının bir programı niteliğindedir.

6 Maddeden Oluşan Misak-ı Milli kararları özetle şöyle:

Arap kökenli halkın oturduğu aynı zamanda Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte yabancı devletlerin işgal ettikleri bölgelerin gelecekleri, halkın serbest ve kendi oyuyla belirlenecektir; Mütareke sınırları içerisinde Osmanlı- İslam çoğunluğunun çoğunluk olarak yerleşmiş bulunduğu kısımların tümü, gerçekte ya da hükmen hiçbir neden ile birbirinden ayrılmayacak bir bütündürler. İlk serbest bırakıldıkları anda tekrardan kendi istekleri doğrultusunda ana vatana katılan Kars, Ardahan ve Batum’da gerekirse tekrardan bir halk oylaması yapılabilecektir. Batı Trakya’nın hukuki durumu da halkın kendi özgürlüğü içinde verecekleri oylarla saptanacaktır. İstanbul ve Marmara Denizinin her türlü güvenliği, tehlikeden uzak tutulması, Boğazların ise ticaret gemilerine açılması ile ilgili devletler aralarındaki anlaşma ile sağlanmalıdır. Misak-ı Milli kararları doğrultusunda belirlenen ilkeler çerçevesinde azınlıkların hukuki hakları, komşu ülkelerde yer alan Müslümanlarında aynı haklardan yararlanması koşuluyla azınlıklar güvence altında olacaktır. Türkiye’nin siyasal, adli ve mali olarak tam bağımsızlığı kabul edilecektir; bu konularda hiçbir kayıt ve kısıtlama getirilmeyecektir.

TBMM Açıldı

Mustafa Kemal hep Meclis-i Mebusan’ın İstanbul’da değil Ankara’da toplanmasını savunuyordu. Çünkü işgal atındaki İstanbul’da toplanmak riskli olmaktaydı. Fakat Heyet-i Temsiliye’nin aldığı kararla İstanbul’da toplandı ve Meclis-i Mebusan üyelerini seçmek için seçim yapıldı. Her bölgede Müdafa-i Hukuki Cemiyeti temsilcileri kazandı. Bu seçimleri kazanarak yeni açılacak Meclis-i Mebusan’a üye olan kişilerle Heyet-i Temsiliye görüşme yaparak bu kişilere Misak-ı Milli kararlarını kabul ettirdi. Meclis-i Mebusan’da yapılan çalışmalar sonucu Misak-ı Milli kararları kabul edildi.

Lozan Antlaşması

1. Dünya Savaşı sonucunda 24 Temmuz 1923’te İsviçre’nin Lozan şehrinde imzalanan antlaşmaya, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri katıldı.

TBMM Hükümetini, İsmet İnönü başkanlığında Dr. Rıza Nur Bey ve Hasan Saka’dan oluşan heyet temsil etti.

20 Kasım 1922’de başlayan görüşmeler boğazlar sorunu, kapitülasyonlar, Musul-Kerkük ve Osmanlı Devleti’nin borçları gibi nedenlerden dolayı kesilmesinin ardından 23 Nisan 1923’te yeniden başladı.

Görüşmeler sonunda varılan anlaşmaya göre, Suriye sınırı 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara Antlaşmasıyla belirlendiği şekilde kabul edildi.

Irak sınırının ileride İngiltere ve TBMM arasında yapılacak bir görüşme ile belirlenmesine karar verildi.

Yunanistan sınırı, Mudanya Antlaşması’nda olduğu şekliyle kabul edilirken Yunanistan, savaş tazminatı olarak Karaağaç’ı Türkiye’ye bıraktı.

Antlaşmayla Sovyet sınırı, Gümrü, Moskova ve Kars Antlaşması ile belirlendiği gibi kaldı, Doğu Anadolu’da bir Ermeni Devleti kurulmasından vazgeçildi.

Kapitülasyonlar Lozan Antlaşması ile kesin olarak kaldırılırken, Bozcaada ve Gökçeada Türkiye’ye bırakıldı. İtalyanlara bırakılan On İki Ada, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İtalya’nın çekilmesiyle Yunanistan’a bırakıldı.

Tüm azınlıklar Türk vatandaşı kabul edildi

Antlaşma uyarınca Türk Devleti’nin sınırları içindeki yabancı okulların Türk kanunlarına uyması, okulların öğreniminin Türk Devleti tarafından düzenlenmesi kayıt altına alındı.

Fener Rum Patrikhanesi’nin yabancı kiliselerle ilişki kurmaması şartıyla Türkiye’de kalması kabul edilirken, azınlıklara verilen ayrıcalıklar kaldırıldı, tüm azınlıklar Türk vatandaşı kabul edildi.

Anlaşmayla İstanbul’daki Rumlar hariç diğer yerlerdeki Rumların Yunanistan’a, Batı Trakya hariç diğer illerdeki Türklerin ise Türkiye’ye gönderilmesi suretiyle iki ülke arasında nüfus mübadelesine karar verildi.

20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile de Lozan’da üzerinde en çok durulan başlıklardan Boğazlar konusu çözüme kavuşturuldu.

Antlaşma, 143 madde, önsöz ve 4 bölümden oluştu.

143 madde, bir önsöz ve 4 bölümden oluşan Lozan Barış Antlaşmasının ön sözünde, devletlerin istiklal ve hakimiyetine saygı gösterilmesi prensibine yer verildi.

Lozan Barış Antlaşması, I. TBMM tarafından imzalanırken, II. TBMM tarafından onaylandı. Antlaşmayla, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve Misakımilli, itilaf devletleri tarafından resmen tanındı ve kabul edildi, Sevr Antlaşması da geçersiz hale geldi.

Ülke sınırları Irak sınırı hariç belli oldu ve Türkiye açısından I. Dünya Savaşı sona erdi.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk’ta, Lozan Barış Antlaşması’na ilişkin yaptığı tanımlamada, “Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması’yla tamamlandığı zannedilmiş bir suikastın yıkılışını ifade eden bir belgedir.” ifadelerine yer verdi.

Yönetim Krizi

Lozan Antlaşmasının imzalanmasından hemen sonra Rauf Orbay’ın Başbakanlıktan, Ali Fuat Cebesoy’un da Meclis 2. Başkanlığından istifası ciddi bir sıkıntı yaratmıştı. Bu istifalar, Atatürk’e de bir tepki, hatta gözdağıydı. Üç ay önce tüm dünyaya bağımsız bir devlet olduğunu eden TBMM, hükümet kuramıyordu. O gün yürürlükte olan yasaya göre, bakanlar kurulu üyeleri Meclis tarafından ayrı ayrı ve gizli oyla seçiliyordu.

Bu yöntem kendi içinde ve başbakanla uyumlu bir kurul oluşmasına maniydi. Atatürk müthiş bir taktikle bu aksaklığı Cumhuriyet kurulmasına bir gerekçe olacak şekilde kullanmaya karar verdi. 26 Ekim günü onun önerisiyle başbakanlığa seçilen ve 2. Grup tarafından çok eleştirilen Fethi Okyar’dan hem kendisinin hem de tüm bakanların istifa etmesini istedi. Bir bakanı seçmek için günlerce uğraşan Meclis elbette 12 bakanı seçemeyecekti.

İşte Atatürk, 7 arkadaşına “Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” dedikten sonra bu krizi nasıl çözeceklerini açıkladı. Bir Anayasa değişikliği yaparak seçim sistemi değiştirilecek ve Cumhuriyet hükümeti kurulacaktı. Rejim değişikliğine karşı olan vekillerin bir kısmının İstanbul’da Refet Bele’nin evinde toplantı halinde olmaları da işleri kolaylaştıracaktı. Atatürk yemekte planı şu şekilde açıkladı:

“Yarın Grup toplanınca, gene bir sonuç alamamış olacaklar. O zaman Kemalettin Paşa sen söz al, kürsüye çık ve ‘Günlerdir bir buhran içinde bocalayıp duruyoruz, bir hükümet üzerinde anlaşamıyoruz. Bütün dünya bizi gözlüyor. Bu durum ilelebet böyle gidemez. Bu grubun bir partisi, bu Meclis’i bir başkanı var. Her ikisinin de başkanı Mustafa Kemal! Ona başvuralım, gelsin, bu sorunu çözsün’ de, yerine otur. Ben bu davet üzerine Meclis’e gelir, çözüm önerimi sunarım.” 29 Ekim günü, her şey planladıkları gibi gider ve Mustafa Kemal kürsüye çıkarak, krizin kaynağının seçim sistemi olduğunu ve Anayasa’da yapılacak bir değişiklikle buna çözüm bulunabileceğini anlatır. Yapılacak değişikliğe göre, başbakan, hazırladığı bakanlar listesi Cumhurbaşkanı’na, O da Meclis’in güvenoyuna sunacaktır. Güvenoyu almazsa Cumhurbaşkanı başka bir başbakana hükümet kurma yetkisi verecektir. Bu sistem cumhuriyettir. Anayasa değişikliğinin lehine ve aleyhine konuşmalar yapılır ve nihayetinde komisyondan Atatürk’ün bir gece önce İsmet Paşa ile hazırladığı değişiklikler geçer. Anayasa değişikliği yasasının başlığı da pek manidardır: “Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun Bazı Mevaddının (maddelerinin) Tavzihan (açıklığa kavuşturarak) Tâdiline Dair Kanun”. Yani yasa, Cumhuriyet ilanından bahsetmiyor, var olan bir durumu açıklığa kavuşturduğunu ilan ediyordu. Aslında 23 Nisan 1920’den itibaren var olan durum cumhuriyettir, adı şimdi konmaktadır. O sırada Meclis’te bulunan 158 milletvekilinin oy birliği ve “Yaşasın Cumhuriyet” nidaları ile Atatürk ilk Cumhurbaşkanı seçildi.

YAŞASIN CUMHURİYET

Yokluklar içinde verilen Kurtuluş Savaşından zaferle çıkılmış, ardından Türk ulusunun varlığını masada kabul ettirme savaşı başlamıştı. Lozan’da müzakereler sürerken, devletin hükümet şekli belli değildi.

Türk Devleti’nin bağımsızlığı Lozan anlaşması ile uluslararası arenada kabul edildi ancak hala hükümet sistemiyle ilgili tartışmalar yaşanıyordu. Mevcut sistem yürümüyordu. Kabinedekiler tek tek Meclis oylarıyla seçiliyor, uyumsuz birçok isim aynı kabinede yer aldığı için hükümetin işleyişi zorlaşıyordu. Mustafa Kemal Atatürk çözümün, Cumhuriyette olduğunu görüyordu. Fethi Okyar’ın istifasıyla devlet hükümetsiz kalınca Atatürk harekete geçti.

İNÖNÜ: 28 EKİM AKŞAMI ATATÜRK SÖYLEDİ, BEN YAZDIM

28 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in ilanından bir gece önce Atatürk, Çankaya Köşkü’nde yakın çevresine Cumhuriyetin ilan edileceğini açıkladı.

Türkiye Cumhuriyetinin 2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, o dönemi şöyle anlatıyor:

“28 Ekim akşamı Atatürk’ün yanında ufak bir toplantıda bulunduk. Atatürk ertesi günü cumhuriyet ilanı olacağını bildirdikten sonra herkes ayrıldı. Hiçbir konuşma olmadan oturduk, diz dize ertesi günü çıkarılacak kanunu yazdık. O söyledi ben yazdım.”

Anayasanın en önemli değişikliği birinci maddede yer aldı:

“Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyettir”

MECLİS’TE ‘YAŞASIN CUMHURİYET’ SESLERİ

Ertesi gün yani 29 Ekim 1923 tarihinde Meclis toplandı, Anayasa değişikliği tartışılmaya başlandı. Akşam saatlerinde değişiklik kabul edildi. Meclis binasında “Yaşasın Cumhuriyet” sesleri yankılanıyordu.

Ankara mebusu Mustafa Kemal de 158 mebusun oyunu alarak Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi. Ardından atılan 101 pare top atışı Cumhuriyetin ilanını dünyaya duyurdu.

Nice 100. yıllara…

Diğer Haber

Gazprom 2023’te 629 milyar ruble zarar etti

Rus enerji şirketi Gazprom, 2023'te 629 milyar ruble (yaklaşık 6,8 milyar dolar) zarar etti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir